Toplum temel olarak değer yargıları ve kurallar üzerine inşa edilen, farklı kültürel yargıların bulunduğu, maddi ve manevi olarak bir tasavvur oylaşısı içinde bulunulan, oluşumdur. Ve toplumun belirleyicileri arasında kuşkusuz o topluma has olan kültür en başat noktada yer almaktadır. Buna ek olarak topluma dışarıdan dâhil edilen bireyler, farklı bir kültürle geldikleri için genel olarak bu farklılık ta toplumun şekillenmesinde etken rol oynamaktadır. Toplumun savunduğu değerler üzerinde oylaşı sağlamak temel bir meseledir. Toplumu genel olarak değerlendirdiğimizde her ne kadar bulgularımız dayanışmacı, güven ağırlıklı bir çalışmaya dayansa da toplumun homojenlik yönünden bir farklılık gösterdiği göz önünden kaçmamalıdır. Bireylerin çeşitli arzu ve isteklerde olmaları, özellikle bu arzu ve isteklere ulaşmak için farklı yolları tercih etmeleri toplumu ayrımlara yönelten başlıca bir sorundur. Bu sorunun çözüme kavuşması için, herkesçe arzulanan ve aynı yollar kullanılarak ulaşılacak olan arzu ve isteklerin olması gerekmektedir. Ancak toplumun kapsadığı geniş alan dikkate alındığında bu çözümün hiç de kolay olmayacağı konusunda kesin bir yargı ortaya çıkmaktadır.
Toplum içerisinde barınan farklı kültürel yapılar düşünüldüğünde elbette ki toplumun homojen bir dağılım gösterdiği söylenemez. Burada asıl vurgulanmak istenen aidiyet hissi ve toplumsal aidiyetliktir. Toplumsal aidiyet kapsamını belirleyen ölçütler nelerdir? Ve bu ölçütler objektif olarak mı sunulmaktadırlar? Öncelikli olarak bu sorulara cevap aramalıyız. İnsanların belirli bir toplum içerisinde var olmaları demek, o topluma aidiyetlik oluşması için yeterli değildir, her ne kadar bir resmi bağ gerekiyorsa da topluma aitlik kazandırmak için bunun yanında manevi bağlarında bulunması önemli bir faktördür. İnsanlar ilk çağlardan günümüze kadar hiçbir şekilde yalnız kalamamışlar ve topluluklar oluşturmuşlardır ve oluşan topluluklar zamanla toplum haline everilmiştir. Toplum içerisinde kendini ait gören bireylerin bulunduğu gibi, topluma soyut, kendini topluma dışlayan bireyler de olmuştur ve olmaktadır. Burada sorgulanması gereken durum, insanların topluma karşı neden bir dışlama ve dışlanma eylemleri içeresinde bir döngüsellik yaşadıklarıdır. İnsanları bu dışlamaya, yalnızlaşmaya iten temel mesele sen, ben ve öteki kavramlarının gündelik dilde yoğun olarak telaffuz edilmesiyle oluşan algı ve bu algıyla birlikte adeta bir norm haline gelen bakış açısıdır. Toplumdan kopan bireyleri dikkate alırsak, azınlık olarak topluma uyum sağlayamama, bir takım fizyolojik faktörler neticesinde ayrışma gösterme gibi etmenler olsa da burada asıl ağırlığı olan, bireyleri topluma dönük zıt metalar üzerinde düşünmeye sevk eden karşılaşmış oldukları tutumlar ve kendilerine zorla dikte ettirilmek istenen değer yargılarının varlığıdır. Bireylerin üzerinden kurgulanarak, yine bireylere enjekte edilmeye çalışılan bu öteki karmaşası yeni bir kavram değildir. İlk çağlardan günümüze kadar ulaşan bir yaklaşımdır. Buradaki asıl sorun, ötekinin kim olacağıdır. Ve bu öteki kavramının içinin ne ile doldurulduğu, hangi ölçütler alınarak ortaya bir öteki figürünün çıkarıldığı cevaplanması gereken temel sorulardır. Hobbes’e göre insanlar doğa halinde kötüdürler ve insanların kötüden kurtulmaları için, bir devlete ihtiyaç vardır. İnsanlar sürekli olarak bir öteki inşa etmektedirler, örneğin: anarşizme göre devlet bir öteki olurken, ulusalcılara göre de liberaller öteki olabilmektedir. İnsanlar başarılarını, zaferlerini, kaybetme Sebeplerini hep bir öteki üzerinden dile getirmişlerdir, burada asıl yakınılan durum, öteki kavramını gündelik hayattaki kapladığı alanın oldukça fazla oluşu ve yapılan eylemlerin öteki üzerinden meşruluk kazandırılmaya çalışılmasıdır.
Günümüzde de durumlar pek de farklı gözükmemekte aksine daha şiddetli bir ötekileştirme çabalarının varlığı hissedilmektedir. Siyasiler, medya, sivil toplum kuruluşları, baskı grupları hatta ülkeler bile öteki üzerinden politika yapmakta ve bu politikalara öteki üzerinden yön vermektedirler. Uluslararası düzeylere kadar varan bu durum, toplumdaki güven mekanizmasını yok etmekte ve bireyleri saflaşmaya, kutuplaşmaya doğru bir eğilimin içine sürüklemektedir. Küçük bir aileden tutalım büyük şirketlere varıncaya kadar hummalı ve büyük bir özveriyle güdülen bu yaklaşım yenidünya düzeninin de temel stratejisi haline dönüşecek gibi gözükmektedir.
Sevgiyle kalın, sağlıklı kalın