Sözün boğaza takıldığı ve söylesem mi söylemesem mi? Diye içten içe kahrolduğunuz oldu mu hiç? Biz üstatlarımızdan iki dinle bir konuş tedrisatıyla yetiştik. Bu nedenle de Susmanın ne erdemli bir davranış olduğunu gayet iyi biliyorduk.
Bilemiyorum gün susma günü mü yoksa konuşma günü mü? Bizler susmanın edepten ve hayadan olduğunu biliyoruz. Ya suskun kaldıklarımız, suskunluğumuzun manasını anlıyorlar mı?
Ne çok soru sordum değil mi! Ne söyleseniz haklısınız. Bizler soru soracak olursak cevabı kimlerden bekleyeceğiz!
Minberde konuşan İmama (Halil Konakçı) sözde bir siyasetçi (Gürsel Tekin) adeta posta koyuyor yetmiyor, haddini aşan bu hadsiz siyasetçi İmama ülkesini terk etmesini Kabil’e gitmesini istiyor. Bu hadsiz siyasetçi sözde solcu ve faşizan görüşlere sahip bir zavallı aslında. Keşke siyaset dünyası böylesi insanlıktan nasip almamışları içinde barındırmasa.
Bu sözde solcu faşist siyasetçinin yanında yine sözde bir sağ görüşlü Zafer Partisi genel başkanı yine sözüm ona siyasetçi Ümit Özdağ savaş mağduru Suriyeli mültecilere hadsiz bir şekilde saldırıyor. Ülkemize sığınmaktan başka çaresi kalmamış mazlum bir halkı hedef alıyor. İşin komik tarafı sözde iki farklı dünya görüşüne sahip sözde siyasetçiler Faşizm noktasında adeta aynı dili konuşuyorlar.
Mesele ne İmam ne de Suriyeli mülteciler. Tek sorun Türkiye’nin artık Emperyalist ve Siyonist Batı Dünyasının esaretinden sıyrılması konusudur. Amerika, Avrupa Hristiyan Birliği ve IMF Şeytan üçgeninden kurtulan Bağımsız Türkiye dünyaya rahatsızlık vermeye başladı.
Tarihin hiçbir döneminde bu denli ihanet sahipleri cesur ve aleni ortaya çıkmamışlardı ya da çıkamamışlardı. İnsansız Hava Araçları ve Elektrikli Otomobil’den tutun Hızlı Trenlere ve nice gelişmelere kör ve sağır sözde sanatçılar ve sözde aydınlarla ülke bir yere kadar mesafe kat edebiliyor.
Daha düne kadar varlığından kimsenin haberdar olmadığı bir ülke olan Türkiye bugün başta Savunma Sanayi olmak üzere birçok alanda deyim yerinde ise dünya arenasında tam gaz ilerliyor.
Pandemi ve sonrasında tüm dünyayı kasıp kavuran başta hammadde ve başta tahıl ürünleri olmak üzere gıda maddelerindeki daralmayı ülkemiz asgari hasarla atlatma yönünde ilerliyor.
Benimde bizzat gördüğüm canlı tanık olduğum gelişmeler var. Başta Adana olmak üzere tüm Organize Sanayi Bölgelerinde Arı Kovanı misali hummalı çalışmalar var. Üreten ve ürettiğini iç ve dış pazara satan işletmelerin sayısı her geçen gün artıyor. Birçok işletmenin vasıflı ve vasıfsız personel arayışı içerisinde olduğunun canlı tanığıyım.
Bizler eli kalem tutan insanlar olarak sadece ama sadece gerçekleri dile getirme sorumluluğu taşıyoruz. Bu sorumluluk gereği yeri geldiğinde iğneyi kendimize batırmamız gerektiriyorsa pekala onu da yapıyoruz.
Muhakkak tüm dünyada olduğu üzere ortada bir kriz ve sancılı durum söz konusu. Ancak enseyi bu denli karartmaya gerektirecek bir durum olmadığını hepimiz görebiliyoruz. Hepsinden öte saçı başı ağarmış büyüklerin memleketimizin geleceği pırıl pırıl gençleri zehirlemesini asla kabul edemeyiz.
Henüz hayatının baharında ki genç kardeşlerimizi hayata küstürmek kimseye bir şey kazandırmadığı gibi bu topluma ve memlekete çok şey kaybettirir. Unutmayalım ki gemi batarsa tepeden aşağı herkes kaybedecektir.
İdeolojik bakış açısından kurtulamayan esirlerin içerisinde yaşamış olduğu toplum için en büyük tehdit olma özelliği taşır. Lütfen bireysel çıkarlarınızı ve menfaatlerinizi Toplumsal Çıkarların önüne almayın.
Gün birlik olma günüdür. Aksini düşünmek dahi istemiyorum. Keza tecrübeyle sabittir ki Kaçan balık büyük olur!
İş işten geçmeden üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kıymetini bilelim.
Selam ve dua ile…