Büyük mücadeleler ve fedakarlıklarla elde ettiğimiz kazanımlarımızı bir bir kaybediyoruz ve maalesef farkında bile değiliz. Kaybettiklerimiz keşke dünyaya dair zenginliklerimiz olsaydı!
Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan ve Eşrefi Mahlukat olarak tanımlanan yani yaratılmışların en şereflisi olan Ademoğlu her geçen gün kan kaybediyor. Ne hazindir ki kayıplar artık dünyevi olmaktan öteye gidiyor. Müslüman sözde kardeşim dediği Müslüman kardeşlerinin hem de acımasızca hakkına girebiliyor.
Bizleri evlatlarımız ve dünyevi mallarımızla sınava tabi tutan Rabbimiz bizleri yine zorlu bir sınav ile sınıyor. Kişinin en büyük cihadı Nefsi ile olandır. Peygamber efendimiz Tebük Seferi dönüşü “Hoş geldiniz! Küçük cihattan büyük cihada geldiniz.” Buyurdu.
Belki de dönemin sahabeleri bunu o zamanın koşullarında pek anlamadılar. Keza küfür ordusuna karşı kazanılan onca zaferin yanında Nefsi ile mücadele ne kadar zor olabilirdi ki!
Bugün benim diyen Müslüman kardeşimin en büyük düşmanı ve cihadı maalesef yine Nefsi ile olan mücadelesi olmaktadır. Dostlarım bilirler. Ben Ailede İmam Hatip okumamış tek bireyim. Bunun yanı sıra İlahiyat Fakültesi mezunu da değilim.
Ancak bu dinimi ve dinimin vecibelerini ve şartlarını bilmediğim anlamına gelmez. Her şeyden evvel Elhamdülillah çok şükür Müslüman bir ailenin Müslüman bir ferdi olarak dünyaya geldim.
Çocukluğumuz o dönemin İlahiyat ve Medrese mensubu Ulemalarının vaazleri ve hatta vaaz kasetlerini dinlemekle geçti. Bu vaazlerde en çok nazarı dikkatimi çeken konulardan birisi de “Müslümanın Nefsini Ayakları Altına Alması” hususu idi. Tabi zaman hızla ilerleyip Müslümanlar Kapitalist yaşamın konforu içerisinde adeta narkoz verilmiş bir hasta misali dünyevi hususlarda Nefsinin Dehlizlerinde derin uykuları dalmıştı.
Bu noktada nefsi doğru tanımlayan ve pratikte faydalı olacak şekilde okumak ve idrak etmekte fayda görüyorum. Birçok alimin bu konuda farklı yorumları ve bakış açılarına şahit olmuşuzdur.
Ben bugün İmam Gazali’nin benzetmesini referans alacağım. İmam Gazali insanı bir süvariye benzetmek suretiyle şöyle der;
“Nefs ruhun bineğidir. Eğer insan, nefsin dizginlerini salıverir ve onun gittiği istikamete kendini bırakırsa helak olması mukadderdir. (Bazı Hint Dinlerinde ve Mistik Felsefelerde yapıldığı gibi) şayet onu öldürmeye çalışırsa, bu sefer de hakikat yolunda bineksiz kalır. O halde nefsinin dizginlerini elinde tut ve bineğinden istifade et.”
Şimdi bu ifadeden hareket edecek olursak gündelik hayatımızdan başlamak üzere nefsimizin dizginlerini ne kadar kontrol edebiliyoruz. İmam Gazali’nin deyimiyle Dizginleye biliyor muyuz?
Bırakın ahiret meselelerini incir kabuğuna sığmayacak kadar basit meseleler yüzünden sevdiklerimizin, dostlarımızın ve hatta aile mensubu yakınlarımızın kalplerini tarumar ediyoruz. Bu basit ihmalkarlıklar aynı zamanda en büyük zenginliğimiz olan Sıla-i Rahimi yapmamıza en büyük engeli oluşturuyor
Üç günlük dünya için üç dünya kadar kalp kırıyoruz. Bu hususu bir hadisi şerif ile anlatmak isterim. "Bir mü’min, bir mü'minin kalbini kırsa, 70 defa Kâbe'yi yıkmaktan beter günaha girmektedir."
Şimdi bu sözün üzerine ne söylesek kafi gelmez. İnsan nefsi tezkiye ve terbiye ile nuranî ve latif bir surete çevrilebilir. İşte nefsin mertebeleri bu ıslah ve terbiye sürecinin safhalarından ibarettir.
Nefsin yedi mertebesi vardır:
- Nefs-i emmâre: Şiddetle ve daima kötülüğü emreden ve şehvanî arzulara severek giren nefis.
Nefs-i emmare hep kötülükleri ve bayağı şeyleri ister. İnsanın en büyük düşmanı nefsidir.
- Nefs-i levvame: Kendini kınayan, kötülükten vicdanen rahatsız olan nefis. Bu makama yükselen bir âbid, günahlardan tövbe eder, kendi kusurlarını görür.
- Nefs-i Mülhime: İlhama mazhar olmuş nefis. Nefsin bu makamı, kâmil imana kavuşmanın ilk adımıdır.
- Nefs-i Mutmainne: Kötülüğe meyli kalmamış, iyilikleri yapan nefis: Bu mertebeye ulaşan nefis, emir ve yasaklarından zerre kadar ayrılmaz: Her bir sözü ve her fiili Kur’ân’a ve sünnete göredir.
- Nefs-i râdiye: Rabbinden razı olmuş nefis. Kahır olsun lütuf olsun, her şeyi rıza ile karşılayan nefis. Her halinde rıza-yı ilâhiyi gözetir; teslimiyet ve rıza üzeredir. Allah’tan başka hiçbir şeye meyletmez. Nefsi bu makama eren kimse, Hakk’ın huzuru ile edeb deryasına dalar ve duası red olunmaz. Fakat edeb ve hayâsından dolayı bir şey istemez.
- Nefs-i mardiye: Kendisinden razı olunan, Rabbi katında makbul nefis. Hataları affetmek, ayıpları örtmek, kimse hakkında su-i zan etmemek, herkese lütuf ve şefkat göstermek gibi sıfatlarla muttasıftır.
- Nefs-i Kâmile (Safiye): Süzülmüş, katışıksız, temiz nefis. Evliyalık makamının en büyük derecesidir. Nefs-i kâmile makamına gelen kişinin her hareketi taat ve ibadet üzeredir.
Daha fazla söze gerek var mı bilmiyorum! Rabbim cümlemizi nefsine esir olmaktan muhafaza eylesin inşallah.
Selam ve dua ile…