"Harfler ve heceler kelimenin bir parçası. Tıpkı kelimenin bir cümlenin parçası olduğu gibi.
Benimle beraber bu kitabın bir parçası oldun. Her satırda beni dinledin. Bazı satırlarda tebessüm ettin, bazı sayfalarda gözyaşlarınla iz bıraktın. Kimi satırın altını çizdin. Yani kitabı sadece okumadın, içine girip benimle yaşadın. Zaten amacım kitabın hayatına girmesi değildi, seni kitabın içine almak, benimle her satırı atlamak ve bir sonraki sayfaya çıkmak.
Şimdi seninle veda zamanı, son satırlar bunlar.
Elveda demeyeceğim sana, son kelimenin ardına nokta bırakmayacağım.
Belki virgülün ardından yine seninle bir kitabi beraber yaşarız.
Sen bu kitabı okumadın, kendinden parçalar buldun.
Ben ise tercüman oldum,
Kelimelerim ile.
Şimdi virgül zamanı!
Yeni kitap yeni satırlarda buluşup merhabalaşmak duası ile OKURDAŞIM. "
Günlerdir bitiremediği kitabın son sayfasında yazılı idi bu cümleler.
Son sayfa, bir güz mevsiminin sararmış kuru yaprağını anımsatıyordu.
Çünkü vakit ayrılık ayı,
Bir an hazan mevsimini yaşadı duyguları.
Kitabını kapatıp masanın üzerine bıraktı. Aslında vakit darlığından değil bitirmek istememişti.
Fakat her güzel şeyin sonu olduğu gibi kitabında sonu gelmişti.
Neleri kapatmamıştı ki?
Neler, kimler son bulmadı ki?
Her zaman olduğu gibi iş çıkışı yürüyerek sahile gelip aynı masada aynı fincanda kahvesini hep tek yudumlardı. Hiç bir zaman karşısındaki sandalyeye bakmadı.
Kim boş bir sandalyeye bakmak ister ki?
Hiç kimse!
Başını koyacak bir omuz aradı, bulamadı.
Ellerini kitabın üzerinde birleştirip, başını bir haftadır kendine arkadaşlık eden kitaba dayadı.
Güneş batmak üzereydi. Güneşin denize yaklaşması ile mavi deniz kırmızı bir duvağa bürünmüş, kendine hayran bırakan bir gelini anımsatıyordu.
Güneşin son ışığını, mavi gökyüzünün özgürlüğünü ve kızıl denizi gözlerine resmedip, gözlerindeki perdeyi indirdi ve kapadı.
O güzel manzarayı hiç unutmadı ve başını dayadığı kitabı da.
Günler haftalar aylar geçti.
Her kitabin satırında arkadaşını aradı. Yaşadığı duyguları kelimelerde görmek istedi.
Görmek istemediği ama bir türlü üzerine oturulmayan sandalyede simdi kendi oturuyordu. Aradığı kendi imiş bunu sonraları fark etti.
Şimdi gözlerine değil elindeki kara kalem ile ak sayfaya; ağlayan bir çift gözü resmedip, damlarının denize aktığını ve karıştığını yaşattı. Altına el yazısı ile imza attı.
Şu anlamlı cümle ile "Rivayet odur ki deniz; gözyaşları ile oluştu.”
Gözlerde gelecek kaygısı!
Gözlerde geçmişin pişmanlıkları!
Bir iç geçirip "Ahhh" der ve ekler,
"Ya Musa elindeki asa ile bu denizi yarsan, yol açıp denizin en dibine gömsem pişmanlıkları ve kaygıları. Yeni bir kıyıya çıkıp, gözlerimde daha evvel resmettiğim güneşin ışığı parlasa. Özgür olsam bir mavi kadar. Bir kızıl kadar canlı olsam.
Ya Musa ya gelip yar kızıl denizi ya da ödünç ver asanı ben olayım yol ve yolcu..."
Oturduğu masadan kalkar yeni bir hayat ve yaşam yakalamak için. Bu defa kitapçının raflarına değil aynaya bakıp kendini okudu, yeni güne merhaba der gibi.
Her insan bir âlem, her insan bir kitaptır.
Arada da olsa kendimizi ve kitabimizi okuyup hatırlayalım...
Sadece gözler ile değil, akıl ve kalbin okuma çabasıyla kalın...