- 16 Kasım 1957
- 01 Ekim 2019
- 62
“Asıl rolümü henüz oynamadım.” diyordu bir röportajında Tarık Ünlüoğlu. “İyi bir oyuncu” olma yolunda ilerleyen yetenekli bir oyuncuydu. O, tevazu gösterse de, büyük projelerin aranan ismi olmak, bir başarı göstergesiydi nihayetinde. “Bir gün oynadığım rolü gören herkes şaşıracak.” Diye eklemişti cümlesinin ardına. Sanırım şaşırtan rolünü bugün oynadı. İnsan, ne olursa olsun ölümü konduramıyor ya işte! Şimdi ardında başarılı bir şekilde canlandırdığı onlarca karakter var; hepsinin toplamı Tarık Ünlüoğlu.
Ruhun şad olsun!
Çocukluğu ve eğitim hayatı
Tarık, 16 Kasım 1957’de, İzmir’de dünyaya geldiğinde ailesi, ona “Reşat Tarık Ünlüoğlu” adını verdi. Hareketli bir çocuktu. Top oynamak hayatında müthiş bir tutkuydu. Futbolcu olmayı hayal bile ediyordu. İlk ve ortaokulu İzmir’de tamamlayan Tarık, liseyi İzmir Namık Kemal Lisesi’nde okudu. 12-18 yaşları arasında okulda profesyonel olarak futbol oynadı. Basketbol da oynuyordu. Bir yandan da sinemaya aşıktı işte. Hiçbir filmi kaçırmıyordu. İleride bir röportajda oyunculuğa olan yatkınlığını en saf haliyle şöyle dile getirecekti: “… Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray gibi yıldızların alayına aşıktım. Ve bir baltaya sap olmam gerekiyordu.Sahada ya da sette... Sette oldum. Artist olayım diye hep dua ederdim.”
Böylece düşüverdi oyunculuk hayalinin peşine. Ettiği duaların gerçek olması için biraz zamana ve çokça çabaya ihtiyacı vardı; her insan gibi. Ankara Devlet Konservatuvarında bir yıl Operadan sonra Tiyatro Bölümüne geçti. Uzun yıllar Devlet Tiyatroları’nda çalışacak, televizyonda, sinemada sevilen işler yapacaktı…
Oyunculuğa başlangıç serüveni
Aslında Tarık konservatuvar sınavlarını kazanamamıştı. İzmir’e dönüp bulaşıkçı ya da işportacı olacak gibi görünüyordu. Şükürler olsun ki tercihleri arasında Opera da vardı. Sınavına girdi ve 7 yıllık bölümü yatılı olarak kazanmıştı. Ancak gönlü Tiyatroda olduğundan Şan ve Solfej dışında derslere girmiyor, hocalarından aldığı özel izinle Tiyatro derslerini takip ediyordu. Ne zaman bunca gönlüne düşmüştü bu iş ya da bir baltaya sap olmaksa mevzu, neden Opera da olmuyordu? Tılsım tiyatrodaydı…
Okulda, ona “Salvador” demeye başlamışlardı. Herkes parmakla gösteriyor, bir yıldız olacağını düşünüyordu. Zaman su gibi aktı, sınav zamanı geldi çattı. Tarık, Şan sınavını vermişti; ama Solfejden de kalmıştı. Burada yatılı okuyordu. Hayatının bittiğini hissetti başında kavak yelleri esen yüreğinde. İzmir’e döndüğünde depresyonun kıyısında günler geçirdi. Röportajında bugünleri anlatırken, “Atılmamak için o kadar yalvarmıştım ki, hala rüyalarıma girer.” diyordu…
Tabii ki hayatın sonu değildi. Yaşamın içindeki patika yollar, belki de elde ettiğimizin değerini bilelim, lezzetini bir yaz tişörtünde eskitmeyelim diyeydi. Bir arkadaşı, Tarık’ı çalıştırmaya başladı. Yönünü, kalbinin yoluyla bir kıldı ve Tiyatro sınavlarına girdi. Şimdi her şey tastamamdı işte. Bir baltaya sap olayım diye çıktığı yolda, kendini keşfetmişti. Bundan sonrası çok hızlı gelişti. 5 yıllık okulu, 4 yılda bitirdi.
20 yılı aşkın süre çalışacağı Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan ilk maaşını aldığında tüm iliklerinde hissetmişti; şimdi en güzel baltanın parlayan sapı, Tarık’tan başkası değildi…
Pilot olma hayalleri vardı
Bunca rasyonel hayat kazanımı arayışlarının yanında gönlünde yatan bir meslek vardı aslında Tarık’ın; kaptan pilot olmayı isterdi hep. Yaşam ona yeni kapılar açınca yolculuğun yönü değişse de, uçmaya düşkünlüğü hiç değişmedi. “Çok da iyi pilot olurdum.” diye düşünüyor ve bunu dile getiriyordu. Öyle ki hiç pilotluk eğitimi almasa da, dolaştığı coğrafyada bindiği uçağın tipini, gideceği yolun ne kadar süreceğini, gökyüzünde olsa da hangi şehrin üzerinden geçtiğini çok iyi biliyordu. Evet, tıpkı bir pilot gibi!
Pilot olmamıştı; ama bundan sonra yaşantısında, en azından bir yolcu olarak uçarken, bir pilot gibi hissedebilirdi. Her uçuşunda mutlaka cam kenarına oturdu ve gökyüzünü bulutlara dokunduğunu hissederek izledi. Uçma hissine öylesine aşıktı ki, Cemal Süreya’nın Afrika’yı dahil edişi gibi dahil etti türbülansı hanesine…
Beşiktaşlı olmanın hikâyesi
Tarık, kendini bildi bileli Fenerbahçeliydi. 17 yaşında bir başka takıma aşkla bağlanacağını söyleseler, kendisi de buna inanmazdı. O hep kalbinden geçenlerle hareket etti. İşte Beşiktaşlı oluşunun hikâyesi de kalpten bağlanmaktan doğmuştu…
Namık Kemal Lisesi’nde top koşturduğu zamanalardı. Bir futbolcu olmayı isteyecek kadar ilgiliydi futbolla. İzmir’de, Göztepe-Beşiktaş maçı vardı; Beşiktaş, o maçta Göztepe’yi yenerse şampiyon olacak ve İzmir’de şampiyonluk turu atılacaktı. Tarık da maça gidecekti tabii. İzmir’de Göztepe takımını tutuyordu. Haliyle şimdi burada Göztepe’yi destekleyecekti. Ama onu müthiş etkileyen bir maç yaşadı. Bundan sonrasını katıldığı bir TV programında anlattığı sözleriyle aktarmalıyım:
“Bu maçta Yusuf Tuna diye bir oyuncu var Beşiktaş’ta, rahmetli. Onu zaten çok beğeniyordum; ama o maçta bir top oynadı. Bir çalım attı, iki Göztepeli kafa kafaya çarpıp bayıldı. Böyle bir çalım hayatımda görmedim. O maçı Beşiktaş kazandı ve şampiyon oldu. Daha önce çok Beşiktaş maçı izledim; ama o maç çok enteresandı. “Bu nasıl bir takım!” dedim. Tamam dedim, ben bu andan itibaren Beşiktaşlıyım. Dönek dediler, ama napim? Çok şanslısınız ki, Beşiktaşlısınız.”
25 yıl sonra atılan imza
Tarık, aslında daha önce evlenmiş ve bu evlilikten Zeynep adını verdikleri bir kızları gelmişti dünyaya. Babasının izinden gitmeyen Zeynep, bir Sistem Analizcisi olarak yaşamını kazanmayı seçti. Zamanı geldiğinde de, Oya Başar ve Levent Kırca’nın oğlu Umut ile evlendi…
Tarık, 25 yıl sonra attığı imzayı ise, Tiyatro Sanatçısı Gülenay Kalkan ile attı. Bunca zaman devam etmiş, sevgi dolu bir birliktelikti onlarınki. Sonra Gülenay Hanım nikah istedi. Tatile gittikleri Berlin’de, 14 Şubat 2013’te, bu kez resmi olarak dünya evine girdiler…
Tarık’ın yaşamdan beklediği en önemli şey, annesi, kızı, eşi, akrabaları ile iyi bir hayat yaşamaktı. Paraya önem vermiyor, anı yaşayıp yalan dünyanın tadını çıkarmak istiyordu. Bir yazlık ve bir araba dışında yatırım yapmadığını söylüyordu bir röportajında. Emekli olduklarında devletten aldıkları maaşın kendilerine ziyadesiyle yeteceğini vurgulayan Tarık Ünlüoğlu ve zarif eşi, dizilerden kazandıkları parayı da tatillerde harcadıkları bir yaşam sürüyorlardı…
(Benim Annem Bir Melek dizisinden soldan sağa: Ayçin İnci, Oya Başar, Dolunay Soysert, Tarık Ünlüoğlu, Ali Sunal, Şehsuvar Aktaş)
Oyunculuğuyla Tarık Ünlüoğlu
Elbette Tarık Ünlüoğlu da sanata bir yerlerden başladı. Tiyatro oyunculuğunun yanında TV dizileri ve sinema filmlerinde de yer aldı ve dublaj çalışmalar yaptı.
İlk kez 1973’te, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda, “İstanbul Efendisi” oyununda sahnedeydi. İlk kez 1983’te “Kurt ve Kuzu” adlı TV dizisinde ekranlarda göründü. Ve ilk kez 1996’da, “Bir Erkeğin Anatomisi” adlı film ile beyazperdedeydi…
Biz, onu sanırım ilk kez 2003’te, “Kurtlar Vadisi” dizisinde “Testere Necmi” rolüyle parlattık; çok sevilmişti. Dizinin ikonikleşmiş karakterlerinden biriydi. 2005’te Songül Öden ve Kıvanç Tatlıtuğ’un başrolünde bulunduğu “Gümüş”te “Tarık” rolündeydi. 2008’de, Oya Başar, Dolunay Soysert, Ali Sunal ile birlikte rol aldığı “Benim Annem Bir Melek”te, “Cahit Turuncu” karakterine hayat verdi. 2014’te Perran Kutman, Sezin Akbaşoğulları ve Avni Yalçın ile başrolleri paylaştığı “Ah Neriman” dizisinde yer aldı…
2011’de Ata Demirer ve Demet Akbağ’ın başrolleri paylaştığı “Eyvah Eyvah 2” ve 2014’te “Eyvah Eyvah 3”te, “Edremit” karakteri ile kamera karşısındaydı.
2015’te ise, “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” dizisinde “Ünal Kaplan” karakterine hayat vermeye başladı. Geçtiğimiz yıl rahatsızlanan Tarık Ünlüoğlu, çekimlere bir süre hasta hasta devam etti…
Tarık Ünlüoğlu öldü
Tarık Ünlüoğlu, bir senedir akciğerlerindeki bir rahatsızlıktan sebep tedavi görüyordu. Artık Ünal Kaplan karakterini canlandırdığı dizinin setlerine de katılamaz olmuştu. Acı haber bugün (1 Ekim 2019) geldi. Tarık Ünlüoğlu, hayata veda etti. O, büyük projelerin aranan, usta ismiydi. Mekanın cennet olsun güzel adam…
Hayalleri, çok sevdikleri ve başarıları ile bir Tarık Ünlüoğlu geçti bu dünyadan!
İyi ki…