Murat Göğebakan Google News

Acıyı hissettiren şarkıları ile dikkat çeken, kendini sevgi olarak tanıtan, 2014 yılında kansere yenik düşen Murat Göğebakan’ın hayat hikâyesidir…

2 tepki
  • 24 Ocak 2023
  • 0
Font size:
  • 10 Ekim 1968
  • 31 Temmuz 2014
  • 46

"Bu hastalık sayesinde adam olacaksam, hatalarımdan ders alacaksam iyi ki kanser olmuşum.”

Bu cümleyi kanser olduktan sonra kurmuştu Murat Göğebakan. Tedavisi boyunca da metanetli kalıp sabır göstermiş, Hz. Eyyüb’ün hayatını araştırıp onun sabrını örnek almış, isyan etmektense inancına sığınmıştı…

Ardından annesi Hatice Hanım ise şöyle demişti:

“Kanseri yendi de, ihaneti yenemedi.”

Çok büyük acıların ardından sessiz kalmak gösterilen en büyük sabır olsa gerek. Murat Göğebakan’ın röportajlarını okudum, izledim. ‘Bunları konuşmaya gerek yok. Allah mutlu etsin demek düşer bize.’ diyordu hep. Ve hep sabırdan, iyi niyetten, güzellikten bahsediyordu…

Biyografi boyunca hep şarkılarını dinledim. Yine kaç şarkısını biliyorum acaba derken, kendimi hepsine eşlik ederken buldum. Bu güzel insanların yazarken tanıdığım insanlara dönüşme, beni de dönüştürme hallerini çok seviyorum. Şarkılarını dinlerken acıyı hissetmemek mümkün olmuyor ya hani, Murat Göğebakan biyografisi yazmak da pek mümkün değilmiş.

Fonda en çok ‘Kalbim Yaralı’ vardı yazım boyunca. Sizin kulağınıza Murat Göğebakan deyince en çok hangi şarkı çalınıyor?

Çocukluğu

Murat, 10 Ekim 1968’de, Adana’da, Hatice ve Hasan Göğebakan çiftinin çocukları olarak dünyaya geldi. Annesi Hatice Hanım, babası Hasan Bey ile evlendiğinde henüz 16’sındaydı. Ve Murat doğduğunda da 17…

Hatice Hanım, evlendikten hemen sonra bir apandisit sorunu yaşamış ve ameliyat olmuştu. Ameliyattan hemen sonra da hamile olduğunu öğrendi. Ancak ameliyat sırasında verilen narkoz, çekilen filmler sebebiyle Hatice Hanım’ın bebeği engelli doğabilirdi. Eşi de, kayınvalidesi de, ‘Ne doğarsa Rabbime sığınıyoruz’ diyorlardı. Onların desteği gencecik Hatice Hanım’a da cesaret vermişti. Ve böylece Murat dünyaya geldi.

Hatice Hanım yıllar sonra verdiği bir röportajda bugünleri anlatırken şöyle demişti:

“Murat doğduğunda dünya güzeli 4 kilo bir bebekti.”

Şimdilik her şey yolunda görünüyordu. Murat 4 aylık bir bebek olduğunda babası, askere gitti. Ve ilk adımlarını atmaya başladığında sağ ayağında bir sakatlık olduğunu öğrendiler. Hatice Hanım, Adana’daki tüm doktorları gezdi, yetmedi. Sonra Türkiye genelinde alanında iyi doktorların izini sürdü. Ancak hep aynı yanıtı alıyordu:

“Ayağı ne uzun ne kısa, doğuştan olduğu için bir şey yapamayız.”

Murat’ın sağ ayağının aşık kemiği normalden küçüktü. Yürüyebiliyordu; ama sekiyordu.

Türkiye’de derman bulamayınca yurt dışında çözüm aramaya başladı. 1970’te Almanya’ya gidişini şöyle anlatıyordu Hatice Hanım:

"Kocam olmadan oğlumla tek başıma Almanya'ya gittim. Burada hem çalışıp hem de oğlumun ayağı için derman aramaya başladım. 4 ay sonra kocamı Almanya'ya istedim. Ancak oğluma bir çare bulamadık. Almanya'daki doktorlar da Türk doktorların söylediğini söyledi. Spor ve yüzme önerdiler Murat onları yaptı. Ancak bu kadar oldu.”

Sonra aileyi bir hayat gailesi aldı. Murat’ın bir de kız kardeşi olmuştu. Karı koca çalıştıkları için çocuklara bakacak kimse de yoktu. Onları bir süre Adana’da babaannelerine emanet ettiler. Hatice Hanım’ın anlatımına göre Almanya’dan 1977’de kesin dönüş yaptılar. Ancak Murat onlara ihtiyaç duyduğu zamanları yalnız geçirdiğini unutmayacaktı. İleride ‘Hasan’dan Olma Hatice’den Doğma’ adını verdiği kitabında şöyle diyecekti:

“… Uzun seneler boyunca babaannemlerde kaldım. Annem ve babamı hatırladığım kadarıyla ilk defa beş yaşımdayken gördüm. Çok uzun seneler hem de belki onlara en çok ihtiyaç duyduğum yaşlarda ayrı kalmış olsam da onlardan, ben onları çok seviyorum."

Murat, çok arkadaş canlısı ve içinde müthiş sevgi yumağı taşıyan bir çocuktu. Aslında hiperaktifti; ama bir yandan da oldukça içine kapanıktı. Babaannesi ve dedesi ile büyüyen bir çocuk olarak hep dedesini örnek aldı. Yıllar sonra bir röportajında şöyle demişti:

“Ben dedem gibi olmaya çalışıyorum.”

Murat, ayrıca Osmanlı alimlerinden Molla Gürani’nin ikinci kuşak torunuydu. Molla Vakkas’ın kızı, annesi ve kendisi. Bu durumu hayatında bir ayrıcalık olarak yaşamadı; ancak bir yandan da daha otokontrollü yaşamasına vesile olduğunu açıklamıştı. Küçükken dini inançları kuvvetli olan bir çocuk olarak yetiştirilen Murat, hayatında karşısına çıkan her şeyde inancı ile hareket etti…

Eğitim hayatı

Murat 7 yaşına dek Adana-Almanya arasında süren çocukluğunun ardından ilkokula Adana’da başladı. Ortaokul ve liseyi de burada tamamladı. Müziğe ilgili bir çocuktu. 1986’da, Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı’na kaydoldu. Eğitiminin ardından Çukurova Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.

Murat, bu yıllarda bir yandan da dergâh eğitimleri alıyor ve gitar dersleri veriyordu. Yıllar sonra ‘Kadiri tarikatındanım; Abdülkadir Geylani hazretlerinin tatikatındanım.’ diye bir açıklama yaparken, çocukluk yıllarında dergaha gitmeye başlamasını çok sevdiğini de söylüyordu. Bar çalışmaları da yaptı. 1995’te hayallerini gerçekleştirmek için İstanbul’un yolunu tutana dek Adana’da yaşadı…

İlk evliliği

Murat’ı, üniversiteden mezun olup da Çukurova Üniversitesi’nde işe başladığı sırada annesinin ablasının kızıyla evlendirdiler. Bu evlilikten Bülent adını verdikleri bir oğulları oldu. Bir yandan da fikir ayrılığındaydılar, anlaşamıyorlardı.

1994’te boşandılar.

Hayallerin peşinde İstanbul yolları

Murat, 1995’te yepyeni bir hayatın hayali ile müziğinin peşinden İstanbul’a gitti. Hiçbir şey kolay olmadı; ancak yolunda şöhret de vardı. 90’ların en önemli müzik adamlarından Hilmi Topaloğlu ile yolları kesişmişti.

Topaloğlu’nun sahibi olduğu Prestij Müzik, Murat’a albüm yapmayı teklif etmişti. Burası ünlüler geçidiydi. Mustafa Sandal’dan Özcan Deniz’e, Seda Sayan’dan Mahsun Kırmızıgül’e pek çok isim buradaydı. Bu isimlerin yanında Rock müzik dendiğinde akla gelen tek isim de Haluk Levent idi ve oldukça güçlü bir isimdi. İşte böyle bir dönemde 1997’de, Murat Göğebakan, büyük bir çıkış yaptığı ilk albümü ‘Ben Sana Aşık Oldum’ albümünü çıkardı. Albümden klip çektiği ‘Ben Sana Aşık Oldum’, ‘Öyle ki Hasretimsin’, ‘Kara Gözlüm’ şarkıları ile kısa zamanda dillere pelesenk olacak bu albüm, çok sevilmişti. Gerçekten de kolay olmamıştı; ama olmuştu işte. Murat Göğebakan daha ilk albümünden parladı ve artık Türkiye tarafından tanınan özel isimlerden biriydi…

Bir sonraki yıla varırken dönemin müzik alanında belirleyici kanalı Kral TV tarafından düzenlenen Kral TV Video Müzik Ödülleri’nde, ‘Yılın Şarkısı’, ‘En İyi Söz’, ‘En İyi Beste’, ‘En İyi Rock’ ve ‘En İyi Çıkışı Yapan’ kategorilerinde adaydı. Murat Göğebakan o gece ‘En İyi Çıkış Yapan Erkek Sanatçı’ oldu. Üstelik Feridun Düzağaç, Alişan, Metin Arolat, Rober Hatemo gibi isimleri de geride bırakmıştı.

Artık o paylaşılamayan isimlerden biriydi. Bir sonraki albüm için çalışmalara başlayacaktı ki, Hilmi Topaloğlu ve ortaklarıyla yaşadığı problemlerden sonra 1998’de, dönemin birçok ünlü şarkıcısının da içinde bulunduğu Sindoma Müzik ile anlaşma yaptı. Burada ilk yıl ‘Sen Rahatına Bak’ adını verdiği albümü çıkardı. Bunca sorunun gölgesinde çıkan bu albüm ilki kadar ses getirmemişti. Ancak yine de o hala sevilen bir isimdi. Ömer Faruk Sorak’ın yönetmenliğinde çekilen ‘Unutur muyum Seni’ ve ‘Kara Sevda’ kliplerinin ardından satış grafiği ilk albümü yakalamasa da yükselmişti…

Ve Murat Göğebakan albümleri için çalışmaya, şarkılar üretmeye devam etti…

17 Ağustos’tan sonra

Murat, Mayıs 1999’da aranjörlüğünü Ahmet Koç’un üstlendiği ‘Tek Suçum Seni Sevmekmiş’ adlı albümünü çıkarmıştı. ‘Anlasana’ şarkısına bir klip çekti ve çok sevildi. Ardından ‘Göç’ şarkısına bir klip çekildi ve bu şarkının da müzik listelerinde bir patlama yapması bekleniyordu. Ancak klipin yayınından iki gün sonra 17 Ağustos’ta Türkiye’yi sarsan ve yaraları hiç unutulmayacak o deprem yaşandı. Kayıplarımızın yaşandığı, tüm Türkiye’yi yasa boğan bu deprem ile müzik dünyası da bir sessizliğe büründü. Klipinden umduğunu bulamayan Murat, Aralık ayında ‘Malabadi Köprüsü’ şarkısına bir klip çekti. Ancak o da sadece bir sonraki albüme giden yolda bir adımdı. Kimsenin öyle pek bir şeyi sevmeye ya da parlatmaya mecali yoktu…

Zor günler depremin ardından Murat Göğebakan’ın hayatında devam etti. Toplumun yaşadığı zorluk bakiydi. Murat’ın yaşamında da işte bu zorlukların izleri vardı. Kendisinin de müzik şirketi Sindoma’nın da umduğu başarıya ulaşılamamıştı. Sonra Sindoma’yı bir telaş aldı. Bir sonraki albüm üzerine müthiş bir baskı yaratmıştı. Öyle ki 20 gün gibi kısacık bir sürede albümün hazırlanmasını sağlamıştı. Her zamanki aranjörü Ahmet Koç yerine, Yıldıray Gürgen ile çalışıldı. Gürgen, Haluk Levent’in dışında daha çok arabesk şarkıcılarla çalışıyordu. Haliyle bu albümün soundu farklıydı. Kulağa çalınan melodi daha sertti. İlk klip ‘Merhaba’ya çekildi. Aslında sevilmişti. Ancak bundan sonrası için Murat’ın hayatında şanssız adımlar vardı…

Bir sonraki klipi oğlu Bülent ile birlikte ‘Yeminin mi Var’ şarkısına çekti. Ancak bu kez de klipin yayına çıktığı gün KRAL TV, müzik şirketi ile anlaşmazlıklara düştü. 3 ay kadar sadece birkaç müzik şirketi dışındaki şarkıcıların eserlerine yayınında yer vermedi. KRAL TV’de yaşanan bu kriz, Murat Göğebakan’ın hayatında bir başka deprem etkisi yaratmıştı.

Yeniden evlendi

Murat, Sema (Bekmez) ile tanıştığında ailesine onu ne kadar çok sevdiğini anlatıyordu hep. Nihayet 2000’de evlendiler. Ancak bu evliliğin sonu iyi bitmedi. Murat, hayatının en ağır acılarından birini tecrübe etti…

Her şey yolunda gidiyor gibi görünse de, bir anda her şey değişti. 2009’da Murat’a koyulan kanser teşhisinin ardından süreç çok hızlı ilerledi. Sema, Murat’a ihanet etmişti ve Murat, bunu hasta yatağında öğrenmişti. ,

Tedavi sürecinin ardından 2011’de boşandılar…

Derin bir sessizlik sonrası büyük parlama

Murat, üst üste gelen şanssızlıkların ardından Sindoma Müzik ile yollarını ayırdı. Birkaç ay sonra da şirket zaten kapandı. Neredeyse adının unutulmaya yüz tuttuğu bir dönem içinde yaşıyordu. Tabii müzikten vazgeçemezdi. Kısa bir dönem barlarda şarkı söyledi. Bir yandan da yeni albümü için çalışıyordu. Albüm için ‘Gece Yolcuları’ grubu ile anlaşmıştı. Bir yandan da Cem Karaca, Ahmet Koç, Bora Ayanoğlu gibi özel isimlerle görüşmeler yapıyordu. Bu albümün dikkat çekeceğine, bu sessizliğin silineceğine inanıyordu. Bir yandan da hala müzik şirketine karar verememişti. Hala arayıştaydı…

2002’de nihayet piyasaya sürülen albümünü Ali Özbir’in sahibi olduğu Özbir Müzik Yapım’dan çıkardı. ‘Ayyüzlüm’ adlı albümü ile Murat Göğebakan, kariyerinin en parlak dönemini yaşadı. Hafızalardan silinmeyecek, ülkece ezber edeceğimiz şarkılar bu albümdeydi. Ayyüzlüm şarkısının sözlerini Ömer Faruk Güney, Bora Ayanoğlu’nun değerli eseri ‘Yunus’un üzerine yazmıştı. Bu şarkı, işte patlaması beklenen ve patlayan o şarkı oldu. Onunla birlikte yine bu albümde ‘Vazgeçilmiyor’ şarkısına da klip çekildi. Ancak klip çekilmeyen ‘Namus Belası’, ‘Turnalar’, ‘Bugün’, ‘Keşke Tanımasaydım Seni’ de radyolarda sürekli çalıyordu ve albümün sevilen şarkılarından oldular.

Şimdi Murat Göğebakan her yerdeydi. Gece Yolcuları ile birlikte yurt içinde yurt dışında pek çok konser verdiler. Tam sessizliğe gömülmüşken, parlayan bir çığlıkla geri dönmüştü. O, ‘Neredesin Ayyüzlüm?’ diye seslendikçe, daha çok sevildi.

Bu albüm, Murat Göğebakan’ın yeniden doğuşuydu.

2003’e geldiğimizde ‘Ayyüzlüm’ün yarattığı etki devam ediyordu. Bu albüm, Türkiye’nin en büyük müzik ödüllerinden biri olan MÜYAP töreninde Murat Göğebakan’a ‘En Çok Satan Albüm Ödülü’nü getirdi. Konserlerine devam etti; ancak bu süreçte Gece Yolcuları ile yollarını ayırdı. Yine Öz-bir Müzik ile yeni albümü için çalışmalara başladı…

Ve Kalbim Yaralı…

Murat, 2004’te bir başka dillere pelesenk albüme imza attı: ‘Yaralı’. Aslında yine bir talihsizlik evresindeydi; müzik şirketi ile bir anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bu albümde sadece ‘Yaralı’ için klip çekildi. Albüm, tek kliple kalsa da sesini duyurmuştu. Pek çok Rockçuyu geride bıraktı ve müthiş sattı. Murat Göğebakan, bu yıl da zirvedeki isimlerden biriydi.

Evet, tek kliple kalmıştı; ancak albümdeki ‘Karanfil Kokan Yarim’, ‘Diğer Yarım’, ‘Ölmeye Geldim’, ‘2023’ şarkıları da radyolarda bol bol çaldı. Ve verdiği konserlerle de sesini parlatmıştı…

Bir yandan da yeni albüm için çalışmalıydı tabii. Sevilen bir isimdi. Zaten kendisine de ‘Sevgi Adamı’ lakabını takmıştı ve sevenleri ona ‘Ağabey’ diye hitap ediyor, onu Sevgi Adamı olarak kabul ediyorlardı. Ancak gel gör ki, müzik şirketleri ile hep sorunlar yaşıyordu. Şimdi yine bir müzik şirketi arayışına geçmektense kendi şirketini kurdu ve albüm çalışmalarını öyle yürüttü. Murat Göğebakan’ın ‘Sana Olan Aşkım Şahit’ adını verdiği albümü, Mediaworx Production etiketi ile çıktı. 2010’da Çınar Müzik ile başlayana dek kendi şirketi ile devam etti. İlk klip de yine albümün adını alan bu şarkıya çekildi. Gerçekten çok sevilmişti…

Ardından ‘Gözleri Deniz Kokan Yarim’ şarkısına bir klip çekildi. Bu klipte eşi Sema Hanım ile kamera karşısındaydı. Ve yine bu süreçte ‘Hasan’dan Olma Hatice’den Doğma’ adını verdiği otobiyografik kitabını çıkardı.

2007’de, ‘Sevgiliye’ adını verdiği albümünü çıkardı. Bu albümde Barış Manço’nun en sevilen şarkılarından 'Gülpembe’ye, Yeliz’in dillere pelesenk şarkısı ‘Bu Ne Dünya Kardeşim’e de yer verdi. ‘Güz Yaprakları’ adlı şarkıya bir klip çekildi; ancak diğer albümlerinde yarattığı etkiye burada ulaşamamıştı. Çekilen tek kliple bu albümü bir kenara bıraktı ve yeni albümün çalışmalarına başladı. Bir yandan da artık efsaneleşen şarkılarından biri ‘Ben Sana Aşık Oldum’u, ‘I Feel in Love’ adıyla İngilizce söyleyerek müzik yolculuğuna farklı bir renk kattı...

Kansere yakalandı

Murat Göğebakan, Mayıs 2009’da uzun süredir gripti ve bir türlü iyileşemiyordu. Bir gün apandisitinin patladığını zannettiği müthiş bir acıyla hastaneye gitti. Ancak bu ne basit bir gripti ne de apandisti patlamıştı. Vücudunda bir şeyler ters gidiyordu. Kan değerleri değişik seyrediyordu. Yapılan tetkikler sonucunda ise, ona lösemi teşhisi kondu. Kanser, apandisiti tetiklemiş, onu hastaneye sürüklemişti.

Teşhisini en son kendisi öğrendi. Ama kimse ona söyleyecek cesareti de bulamıyordu. Bir şeylerin ters gittiğini anlayan Murat, neler olduğunu doktorundan öğrenmek istedi. Doktoru, lösemi olduğunu, kemoterapinin yanıt vermemesi durumunda bir haftalık ömrünün kalacağını söyledi. O anı bir röportajında şöyle anlatıyordu:

“… Bana kemoterapinin yanıt vermemesi halinde bir haftalık ömrüm kaldığını söyledi. Ben de doktora ‘Eyvallah!’ dedim. Doktor rahatlığım karşısında şaşırmıştı. “Allah verdi Allah alır dedim doğmuşsam gideceğim.” dedim. Benim inancım var. Bu konuda radikalim. İtikadım sağlam. Ben konuda tarafım. Bunun için de çizgilerimi yıllar önce koymuşum.”

Evet, hastalığı ilerlemişti ve hastaneye yatarak yoğun bir tedavi sürecine başlandı. Bu uzun ve zorlu bir seçti. Hastanede 7 ay kaldı. Ve bu süreci de yine kendi sözlerinden aktarmak gerekirse şöyle açıklıyordu:
“Hastanede kaldığım 7 ay içerisinde yedi günde bir seansa giriyordum. Sonra diğer işlerimle uğraşıyordum. Öğle akşam bütün günümü teslimiyet içerisinde, ancak yılmadan sürekli çalışarak değerlendiriyordum. Günde 10 saat gitar çalışıyordum. Yaşadıklarımı yazdım. Çünkü ölüm vadisinden geçerken, diz kapaklarına kadar kan içindesin. Nasıl yazmazsın ki! Allah, insana kaldıramayacağı yükü vermez. Ben yaşadıklarımın sadece küçük bir kısmını dışa vurdum. Anlatmadığım birçok şey var.”

Tam bir teslimiyetle tedavisini sürdürmüştü. Bu hastalıktan 50 beste ile çıktı. Her sabah namazını kılıp dua etti. Teslimiyeti en büyük motivasyonu oldu.

Tedaviyi sabırla aştı

Tedavi sürecini üretken geçirmeye çalışmıştı; ancak fiziksel acıların yanında başka büyük acılar da yaşıyordu. Ve sabretmeyi seçti. Sabırla her şeyin üstesinden geleceğine inanıyor ve bunu dilinden düşürmüyordu. ‘Allah insana Hz. Eyyüb sabrı versin.’ diyordu. Ve hayatını araştırdı Hz. Eyyüb’ün. Sabrı işte bu noktada sindirdi. Rivayete göre insan ölüp Allah’ın huzuruna çıkıp ‘Benim şöyle derdim vardı. Şunlar oldu. Çok acılar çektim…’ diye anlatmaya başladığında, Allah sorarmış: ‘Eyyüb kadar mı çektin?’ dermiş. Bu bilgileri okudukça, acısına sabretmek daha mümkün geldi. Sabrının üzerinden zaman geçip de bir röportaj verdiğinde şu soru geldi:

“Murat Göğebakan Eyyüb kadar çekti mi peki?”

Yanıtında ise hala sabrını perçinliyordu:

“Yok... Yalan söylerim o zaman. Ben Eyyüb'ün binde birini çekmemişimdir. Çünkü onun üzerine kurtlar düştü. Benim sadece morardı.”

Öyle ki Murat kendi sabrını aşmış, moral verilmesi gerekirken etrafına moral veren birine dönüşmüştü bu süreçte. Babası ile bir anını şöyle anlatmıştı:

“En kötü zamanlardı. 9 saat ateşimi düşürememişlerdi. En sonunda küvete sıcak buz koydular. Hiç bilmezdim sıcak buzu. Vücudumun değdiği yer yanıyordu. Ertesi gün babam ayağımı bacağımı gördü. Mosmor, kan toplamıştı. Oturduğu yerde ağlamaya başladı. Ben babamı teskin ediyordum. ‘Bunlar olacak sabretmemiz gerekiyor.’ diye ona moral versem de babam elini açıp, "Yarabbim, bana evladımın acısını gösterme!’ diye dua etmişti...”

Sabrı ve fark ettikleri konusunda o kadar doymuş hissediyordu ki, şöyle demişti:

“Bu hastalık sayesinde adam olacaksam, hatalarımdan ders alacaksam iyi ki kanser olmuşum.”

Elbette onun da gardının düştüğü anlar vardı. Yazdığı 50 şarkının her bir notası için bir gözyaşı akıttığını da itiraf ediyordu. Sadece hastalığı değildi onu düşündüren. Onca zaman hastanede geçen süreç, aynı zamanda para demekti. Sağlık sigortası masrafları karşılasa da, bir yandan sabit giderler de vardı ve çalışmadığı için borçları birikti. Yine bir röportajında ‘O borçlar şimdi çalışarak ödenecek.’ diyordu ve çocukluğundan bir anısını paylaşıyordu:

“Hiç unutmuyorum, çocuktum. O zaman babamın 1 milyon borcu vardı. Çok büyük para! Ayın birinde ödenecek, çocuk halimle babama dedim ki: ‘Baba nasıl ödeyeceğiz?’ Dedi ki bana: ‘Ödemeye niyetin var mı?’ ‘Var tabii!’ dedim. ‘O zaman Allah verir.’ dedi.”

Tedavi sonrasında ilgilendiği bir başka konu ise, kanser hakkında toplumsal bilinç oluşturmak oldu.

Şöyle diyordu:

"Ne yazık ki ülkemizde bu tehlikeyi yaşayan ya da bununla karşı karşıya kalan birçok insan var. Bu sebeple toplumsal bilinç oluşturulmalı. İnsanlar bu tehlikelere karşı mücadele etmeli. İnsan inanırsa başaramayacağı hiçbir şey yok."

Sağlık durumu ile ilgili mesajlarının yanında toplumsal mesajları da basında ilgi çekiyordu. Ve kendini cesurca eleştiriyordu ve ‘Tokat yedim.’ diyordu. Bu hastalığı parası olmasa yenmesinin neredeyse imkansız olduğunu fark etmişti. Bir röportajında gelen ‘Kendinizi cesurca eleştiriyorsunuz. Yanlışlar neydi?’ sorusunu şöyle yanıtlamıştı:

“Çok şey var. Yapmadık. Ya da yaptıklarımız çok azdı. Sunulanların hakkını veremedik. Tokat olayının sebebi işte bunlar. Örneği daha önce de verdim. Belki incinenler de oldu; ama bir arkadaşımızın Laila'da bir gecede harcadığı parayla, 10 insanın hayatı kurtulur. Yanlış mı? Ben bunu anlatmaya çalıştım…”

Ve onu üzen, sabra sevk eden bir diğer acısı ise, ihanetti…

Kanseri yendi, ihaneti yenemedi

Murat, 7 aylık bir tedavinin ardından kanserle savaşını yenmişti. Hemen albüm çalışmalarına da başladı. Hastanede de zaten hep üretmişti. 2011’de ‘Aşıklar Yolu’ albümünü çıkardı. Bu yılın sonunda yeni bir albüm daha çıkarmak için hızı kesmeden çalışmaya devam etti. Bir yandan birikmiş borçları da ödemesi gerekiyordu, bir yandan da böyle çok çalışmak bazı acıları düşünmesine engel oluyordu belki. Mart 2012’de, ‘Aşkın Gözyaşları’ adını verdiği albümünü çıkardı.

Bu kez aşk her notada daha baskındı. Çünkü Murat, eşi Sema’nın ona hasta yatağında ettiği ihaneti unutamıyordu. Ve 2013’te kanseri tekrarladığında, galiba bu kez eskisi kadar güçlü değildi.

Annesi verdiği bir röportajda şöyle demişti:

"Oğulum kanseri yendi ancak çok sevdiği eşinin yaptığına çok üzülmüştü. Bir de çok borcu vardı. Bankalara her yere borcu vardı. Yaklaşık 350 bin lira olan borucunu ödemek için çok mücadele etti. Kardeşlerinden para aldı, kendi çalıştı ve borcunu ödedi. Ancak bu süre içinde çok yıprandı çok üzüldü. Bu nedenle hastalık geçtiğimiz yıl tekrarladı. Bu kez oğlum hastalığı yenemeyerek hayat mücadelesini kaybetti."

Yine de son ana kadar çalışmaktan ve sabrından vazgeçmemişti. 2014’te, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için ‘Uzun Adam’ şarkısını besteledi ve söyledi. Erdoğan ile aralarında doğan dostluk, son görevde de devam etti...

murat-gogebakan-cenaze.jpg

(Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Murat Göğebakan cenazesinde)

Murat Göğebakan öldü

2010’da yendiği kanser, maalesef 2013’te yeniden nüksetti. Bu kez ruhu da, bünyesi de bir önceki gibi güçlü değildi. Yine bir tedavi sürecine başlamıştı. Ancak 24 Temmuz 2014’te rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı ve bu kez sadece bir hafta dayanabildi.

Murat Göğebakan, 31 Temmuz 2014’te fani dünyaya gözlerini kapadı.

Ailesine Adana'ya gömülmek istediğini söylemişti. Fatih Camii’nde kılınan namazın ardından cenazesi Adana’da, Sarıçam’daki Buruk Mezarlığı’na defnedildi…

Soluksuz şarkıları, acılara sabrı, hep gözyaşları ile suladığı notaları ile bir Murat Göğebakan geçti bu dünyadan…

İyi ki…

    Yorum Yaz