Muhtemelen yanlış bilinen “galat-ı sahih” lerden biridir. “Su uyur, düşman uyumaz.” veciz ifadesi. Yani, herkesin doğru bildiği yanlıştır. Şöyle bir düşündüğünüzde, hiç ‘su’ uyur mu? Tabii ki uyumaz. Böyle dillere pelesenk olan deyimlerde, bir sözcüğün yanlış kullanılması doğru vecizeleri bile gerçek anlamından uzaklaştırmaktadır. Örneğin, bu özdeyişle ilgili olarak Şener Şen’in Kabadayı (2007) filmindeki o unutulmaz repliğini unutmak ne mümkün! Haco’nun son derece bilgiç bir tavırla “Su uyur düşman uyumaz.” ifadesine Şener Şen’in tövbekâr bir babayı canlandırdığı Ali Osman’ın ağzından “Uyumuyorlar zaten, hepsi mezarda.” karşılığı bunun en tipik örneklerindendir. Oysa vecizenin aslı “Sü, (yani asker) uyur, düşman uyumaz” dır. Hiç unutmuyorum, Kara Harp Okulunda ‘Askerî Coğrafya’ anlamındaki önemli derslerden biri idi, “Süel Coğrafya”. Ama nedense ‘askerî disiplin’ anlamında ‘süel disiplin’ askeriyede bile pek tutmamıştır.
Böyle bir girişe neden gerek duydum, sevgili okurlar. Şimdilerde, İran’ın dış politik açılımlarından dolayı. Özellikle Ermenistan’ı arkalaması, Karabağ sınırında Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerine karşı yığınaklanması, Azerbaycan ile İran arasında tırmanan tatbikat tartışması, İran’ın kapalı kapılar arkasında Türkiye-Azerbaycan birlikteliğine karşı bir şeyler planladığını ve planlama rehberindeki Bizantinistik entrikalarını birbiri peşi sıra uygulamaya çalıştığını da göstermektedir. Evet tıpkı Haco’nun dediği gibi, “Su Uyur, ama ‘İran’ Uyumaz! Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ve alandaki güçlü Ordusunun her bir şeyin farkında olarak ortaya koymuş olduğu siyasi, diplomatik ve askerî manevralar, İran tarafından sıkıca ama kaygıyla da takip edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin millî mücadeleden bu yana yaklaşık yüz yıldır ortaya koymuş olduğu proaktif karşı koymalar bu müteyakkızlığının, uyanık oluşun bir göstergesidir. Sahada İran’ın yapmaya çalıştığı en önemli iş, Türkiye-Azerbaycan eklemlenmesini akamete uğratmak savını güçlendirmektedir. İran’ın kendi ülkesinin dışında özellikle Ortadoğu’daki yayılma arayışları İran’ın içinde refah seviyesini olumsuz etkilemiştir. İran'da yerel para biriminin değer kaybetmesi, ABD'nin yaptırımları ve yüksek enflasyon, geniş katılımlı protestoların tekrarlanması ihtimalini arttırdığı gibi, ekonomik sorunların da endişe verici boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. (1) Bu durum Tahran yönetimini ülkenin geleceğiyle ilgili endişeye sevk ettiği gibi Ortadoğu’nun yine kritik zamanında etkinlik yolundaki son şansını da yitirebileceğini göstermektedir. İran bu kadar soruna karşın, ülke dışındaki kalıcılığını ve etkinliğini ABD silahlı kuvvetlerinin gerek Irak gerek Suriye’den çekilmesine bel bağlamış durumundadır. Arap Baharıyla birlikte görülmüştür ki, İran’ın kazanımları ABD’nin bırakıtlarıyla doğru orantılı olmuştur. Özellikle Ortadoğu’daki ABD’nin Şii dünyasındaki kazanımları ve bu bölgelerden çekilmesiyle ortaya çıkan boşluk Şii İran tarafından doldurulmaktadır. Sünni dünyada ise, meydana gelen boşluklar Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) tarafından doldurulmaktadır. Suudi Arabistan’ın, Türkiye'ye bir anlama gözdağı vermek için altı adet F-15 jetini Girit'teki Suda Üssü'ne indirmesi, BAE’nin Libya’da Halife Hafter Kuvvetlerinin arkasında olması bu nedenledir. Yemen üzerinden Suudi-İran kapışması hâlâ canlılığını korusa da Bağdat’ın arabuluculuğunda başlayan görüşmeler Türkiye’nin ‘Değerli Yalnızlığını ön plana çıkarmaktadır. İbrahim Reisi ile birlikte bu görüşmelerin daha ileri bir seviyeye evrilmesi de söz konusudur. Bu arada İran’ın Suudi Arabistan, İsrail, ABD ve Fransa ile farklı düzeylerdeki uzlaşmazlıkları Hizbullah üzerinden Lübnan iç siyasetine de yansımakta bu sorunların Suriye rejimi tarafından Şam’da çözümlendirilmektedir. Lübnan’ın elektrik sorunu Suriye üzerinden Ürdünden; doğalgaz sorunu da Mısırdan çözüme kavuşturulmuştur. Suriye’nin Arap ülkeleriyle normalleşmeye kapsamında Ürdün, 10 yıl aradan sonra 3 Ekim 2021'den itibaren Amman-Şam (Suriye) uçuşlarına başlamıştır.
İran’da Kum kentinden yönetilen ‘Ahund Düzeni’nin “yedd-i emin” (emin el) konumundaki adamı İbrahim Reisi cumhurbaşkanlığı koltuğuna adeta asansörle çıkartılmıştır. İran'da İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana dört yılda bir yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 13’üncüsü 18 Haziran 2021 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 7 Ağustos 2021 tarihinde yemin ederek görevine başlayan Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, ilk yurtdışı gezisini 17 Eylül 2021 tarihinde Tacikistan’a yapmış, burada ülkesinin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) tam üye olarak kabul edilişine de tanıklık etmiştir. Böylece son 40 yıl zarfında İran, ilk defa bir uluslararası örgüte tam üye sıfatıyla katılma başarısını göstermiştir. 1996 yılında, Çin ve Rusya Federasyonu (RF)’nun ortak liderliğinde kurulan ŞİÖ’ün üye sayısı, İran’ın katılımıyla, dokuza ulaşmıştır. (2)
Şimdi gelelim İran Afganistan ilişkilerinin geleceğine. İran’ın geçmişte epeyce düşmanlık yaşadığı Taliban’a karşı izleyeceği siyaset, Afganistan’da yaşanması olası iç savaş ve göç dalgası İran’ı birinci derecede ilgilendirmektedir. Afganistan’la yaklaşık 900 km’lik sınır paylaşan İran, ABD’nin çekilmesinin ardından Afganistan’da daha büyük bir rol oynamak istemeyi açıkça ortaya koymaktadır. 1998 yılında Taliban ile savaşın eşiğine gelen ve 2001’de Taliban’ın devrilmesi için ABD ile işbirliği yapan Tahran, 2000’li yıllardan sonra değişen konjonktürle birlikte ABD’nin Afganistan’daki varlığına karşı bu örgütle işbirliği yapmıştır. Özellikle ABD’nin Afganistan’dan çekilmek için Taliban’la müzakereleri yoğunlaştırdığı 2019’dan itibaren Tahran’ın Taliban’a yönelik yaklaşımında belirgin bir değişim gözlenmiştir. İran bu sürede, biri Kasım 2019’da diğeri de ABD’nin Taliban’la anlaşmaya varmasından hemen sonra Şubat 2020’de olmak üzere Taliban heyetini iki kez kendi ülkesinde ağırlamıştır. (3) Bununla birlikte Taliban’ın Afganistan’da iktidarı tek başına ele geçirmesi, İran açısından kırmızı çizgi olmaya devam etmektedir. Tahran’da egemen olan görüş, Afganistan’da Taliban liderliğindeki bir hükümetin orta ve uzun vadede İran’ın ulusal çıkarları için tehdit olabileceği yönündedir. Bu amaçla İran farklı münasebetlerle Suriye’de kullandığı ‘Afgan Fatımiyyun Tugayları’nı Afganistan içinde de muhtemelen Taliban’a karşı kullanma arzusunu bile dile getirmiştir.
Yılsonu itibarıyla Irak’tan çekileceği ifade eden ABD Afganistan’daki çekilmeden ders alarak bölgeyi tam olarak terk etmeyeceğini de ortaya koymaktadır. ABD, Irak’ta ateş altında kalan birliklerini güvenlikli bölgelerde güvenceye alırken, Katar’daki birliklerinin bir kısmını Ürdün’e kaydırmıştır. Anlaşılan odur ki, ABD Afganistan’da yapmış olduğuna benzer bir biçimde Irak ve Suriye’de hava operasyonlarını yürütebileceği yakınlıkta üslenmeyi yol haritasında birincil adım olarak belirlemiştir. Suriye’de seçimin ardından Beşşar el Esad dördüncü görev dönemine başlarken İran destekli milis güçlerle ABD arasında Irak’taki gerilimler Suriye’ye taşınmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile RF Devlet Başkanı Putin arasında bir buçuk yıl aradan sonra 29 Eylül 2021 tarihinde 2 saat 45 dakika süren günübirlik ‘Soçi Zirvesi’ sonrasında hiçbir açıklama yapılmamasına karşın içinde bulunan konjonktür göstermektedir ki, RF ile ABD arasında devam eden görüşmelerde sadece ilerleme değil, mutabakatın bile sağlanmış olabileceği tezi bulgularla ortaya konulmaktadır. Türkiye'nin hem Ruslar hem de ABD'lilerle birbirine paralel mutabakat muhtıralarının bulunmasına karşın ihlaller ‘İdlip’ bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Halen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekât bölgeleri, Münbiç, Tel Rıfat, Tel Temur ve Ayn İsa’da bulunan terörist unsurlar tarafından sürekli taciz edilmektedir. Birleşmiş Milletler gözetiminde yürütülen ‘Cenevre Süreci’ olarak adlandırılan toplantılardan hiçbir somut sonuç alınamamıştır.
Bu nedenle Suriye sorununun çözümü konusunda gerçekçi çaba sarf edilen başka bir platformun olmaması Soçi’yi önemli bir hale getirmiştir. Bu nedenle, Suriye meselesinde Türkiye, Rusya ve İran birlikte; Ankara Zirvesi’nin önceki ayaklarını oluşturan Astana ve Soçi süreçlerinde barışa ulaşılması konusunda önemli adımlar atmışlardır. Yakın zamana kadar ‘Soçi’ Ankara’nın Moskova ve Tahran ile Suriye sorununun çözümü konusunda yürüttüğü diyalog süreci Astana sürecinin de bir simgesi olmuştur. Soçi, Türkiye’nin Suriye topraklarında terör örgütlerine karşı operasyonlarını kolaylaştırdığı için önemlidir. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekâtlarının gerçekleştirilmesinde özellikle Rusya ile yürütülen diplomasi sonucu, bu ülkenin etkili hava savunma sistemleriyle kontrol ettiği Suriye hava sahasını açmasının büyük öneme sahip olduğunu da ayrıca vurgulamak gerekir. Aynı şekilde, Afrin’e yönelik harekât öncesinde bölgede bulunan Rus askerilerin çekilmesi de Türkiye için Rusya ile çatışma riskini ortadan kaldırmış ve Ankara’nın harekâtı daha güvenli bir şekilde yürütmesini mümkün kılmıştır. Buna karşılık RF da Karabağ’da kalıcılığını elde etmiştir. RF ayrıca 2014 ‘de Azerbaycan topraklarında yer alan son askerî tesisi olan ‘Gebele’ üssüne (3) yeniden geri dönmüş, bu üssü canlandırmaya başlamıştır. Bu konu Azerbaycan tarafından RF aracıyla Türkiye’nin Azerbaycan’daki kalıcılığının dengelenmesine yönelik olabileceği savını düşündürmektedir. İngiltere'nin 1800'lü yıllarda yaşamış eski Başbakanlarından Lord Palmerston'un "İngiltere'nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmez çıkarları vardır" sözü; diplomaside ve uluslararası ilişkilerde pragmatizmi merkeze alan bir süreci göstermektedir. Bu ilke, söz konusu devletin çıkarıysa bugün yakın ilişki kurulan devlet ile daha soğuk ilişki kurulabilir, uzak olunan devlet ile yakınlaşılabilir anlamına da gelmektedir. Zira devletler, insani duygularla hareket eden organizasyonlar değildir. (4) Bunun daha ileri bir şekli ise aynen Türkiye ve Rusya da ikili ilişkilerinde olduğu gibi pragmatizm kaynaklı “Kompartıman Diplomasisi”nin uygulanmasıdır. Buna göre ilişkiler tren kompartımanı gibi bölmelere ayrılmış, her bir kompartıman farklı biçimlerde yönetilmektedir. Örneğin Türkakım, Akkuyu, turizm, ticaret hacmi, vb olumlu; Suriye, Afganistan, Libya, Karabağ, vb olumsuz; Kibris vb nötr olarak sürdürülmektedir. Bu diplomasi ilk kriz anında tüm ilişkilerin tamamen koparılması yerine iyi gidenler üzerinden sürekli temasın devam etmesini sağlamaktadır.
Öte yandan Azerbaycan ve Türkiye arasındaki ‘İki devlet bir millet’ betimlemesi kuvvet, zaman ve mekâna göre değişiklik arz edebilmektedir. "Mutlak dost ya da düşman yoktur" uluslararası ilkesi çok aktörlü, değişkenli, gücün merkezinin sürekli hareket ettiği bugünün dünyasında artık devletler arası ilişkilerin niteliğini belirlemekte yetersiz kalmaktadır. Günümüz koşullarında "mutlak müttefiklik diye bir şey olmadığı gibi, tam bağımsızlık da yoktur, ancak ilişkilerin devam ettirilmesinde karşılıklı bağımlılık vardır "ilkesi genelleşmeye başlamıştır. Bu durum, karşıdakini mutlak dost ya da mutlak düşman biçiminde tanımlayamamanın bir adım ötesi olarak okunabilmektedir. Uzun lafın kısası, dost, düşman ayrımlarının belirsizleştiği günümüz ortamında, artık "mutlak müttefik yoktur" ilkesi egemen olmuş durumdadır. Bu yaklaşım geçmişten günümüze Rus Azerbaycan’ı, arkasından gelen uzun süreli Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti sürecinin alanda bırakmış olduğu bir tortudur. Unutmamak gerekir ki, Kuzey Azerbaycan uzun süre Rusya’nın esareti altında yaşamıştır. Şunu da unutmamak gerekir ki, Güney Azerbaycan İngiliz Azerbaycan’lığından bir eyalet olarak İran’a devredilmiştir. Birleşik Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’dir.
Rusya’nın; Astana ve Soçi süreçleri çerçevesinde Türkiye ile iş birliği içerisinde olmasaydı, Afrin’e yönelik operasyona çok olumsuz yaklaşacağını tahmin etmek zor değildir. Doğrudur. Ancak son zamanlarda RF’nin Suriye’nin elinde bulunan Mig 29’ları modernize ederek İdlip bölgesinde hava üstünlüğünü ele geçirecek hale getirip saldırılarını ve tacizlerini arttırmış olduğu ve Suriye’nin hava ihlallerini arttırdığı görülmektedir. Esad rejimi, İran milisleriyle birlikte bölgede sivil halka yönelik saldırılarını sürdürmekte ve ateşkese uymamaktadır. Astana Süreci içinde olmasına karşın, İran Devrim Muhafızları Ordusu bünyesindeki Kudüs Gücü, ‘Haşdi Şaabi’, Lübnan’daki İranî Hizbullah ve Suriye’deki yüzde yüz İranî banliyöler nedeniyle şimdilerde Soçi’de adı bile anılmamaktadır. Bu konuda RF İran’a müzaheret göstermektedir. İran'ın dini lideri Ali Hamaney, Kasım Süleymani'nin neredeyse iki sene önce 3 Ocak 2020 tarihinde Amerikan hava saldırısıyla öldürülmesinden sadece birkaç saat sonra İran Devrim Muhafızları Ordusu bünyesindeki Kudüs Gücü'nün başına yeni bir komutan atamıştır. O tarihte, atama açıklamasının hızla yapılması, devamlılık mesajı verilmesinin amaçlandığı izlenimi oluşturmuştu. Kudüs Gücü, İran İslam Devrim Muhafızları Ordusu içindeki sekiz kuvvetten sadece biridir. Diğer kuvvetler Muhammed Pakpur komutasındaki Kara Direniş Gücü, Emir Ali Hacızade komutasındaki Hava Gücü, Alirıza Tangsiri komutasındaki Donanma Gücü, Gülemzade Süleymani komutasındaki gönüllü Besiç milisleri, Hüseyin Taeb komutasındaki İstihbarat, Muhammed Kazımi komutasındaki Karşı İstihbarat ve Fethullah Cumeyri komutasındaki Güvenlik Gücü’nden oluşmaktadır.
Sonuç olarak demem odur ki ‘Asya Asyalılarındır’ veciz ifadesi Batı yayılmacılığına karşı Asya’nın tepkisel sesinin yükseltilmesini zorunlu hale getirmektedir. ‘Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı Düşüncesi’ nden hareketle Güney Doğu Asya'nın sömürüden kurtarılması ve bağımsızlığı için Japonya liderliğinde, Çin ve Mançurya temelinde tüm Asya'yı kapsayacak bir alan kurulması politikasıdır. Bir gazetemizin logosunda bulunan “Türkiye Türklerindir” bu veciz ifadenin Türkiye yansımasıdır. Öte yandan bu proje Japonya’nın, İtalyan ‘Akdeniz Bizimdir’ ya da Bizim Deniz (Mare Nostrum) ve Alman ‘Yaşam Sahası’ (Lebensraum) politikalarına benzer, faşist-yayılmacı ve sömürgeci bir politikadır. (5) Ancak bu proje, kapalı kapılar arkasında Batı emperyalizminin işgali altında bulunan Uzak Doğu Asya ülkelerini kurtarmak, kurtarılan bu coğrafyayı Japon egemenliği altında siyasi ve ekonomik açıdan geliştirmeyi de amaçlayan bir projeye dönüştürülmüştür. Gerçekten de Batının rüzgarını arkasına alan Japonya bu proje ile Asya'da en geniş sınırlarına ulaşmayı başarabilmiştir. İran’ın ŞİÖ’ne 9’uncu üye olarak kabul edilmesi Japonya’nın ‘Büyük Doğu Asya Ortak Refah Alanı Düşüncesi’ nü bir kez daha anımsatmaktadır. Evet sevgili okurlar, ÇHC ve RF ortaklığını biraz da geçmişin Japonya’sına benzer tarzda uygulamış olduğu yayılmacı-sömürgeci bir politika olarak algılamak gerekir. ŞİÖ dikenli yolunu bir de bu açıdan düşünmek gerekir.
Dipnotlar
(1) Abdolsalam Salimi Poor, Mustafa Melih Ahıshalı , İran'da ekonomik sorunlar endişe verici boyutlara ulaştı|, Anadolu Ajansı 02.07.2020; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/iranda-ekonomik-sorunlar-endise-verici-boyutlara-ulasti-/1897074/Erişim Tarihi 03.10.2021/
(2) Hüseyin Fazla, İran-Afganistan İlişkisinin Geleceği, STRASAM Dergisi, 24 Eylül 2021; https://www.strasam.org/siyaset-bilimi-ve-uluslararas%C4%B1-ili%C5%9Fkiler/iran-afganistan-ili%C5%9Fkisinin-gelece%C4%9Fi/Erişim Tarihi 02.10.2021/
(3) Hakkı Uygur, Rahimullah Farzam, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi bölge ülkeleri için ne anlama geliyor? Anadolu Ajansı, 10.08.2021; https://www.aa.com.tr/tr/analiz/abd-nin-afganistan-dan-cekilmesi-bolge-ulkeleri-icin-ne-anlama-geliyor/2329768/ Erişim Tarihi 03.10.2021/
(4) Nesrin Sarıahmetoğlu, Okan Yeşilot, Abdulvahap Kara- Fahri Solak (Ed.ler), Bağımsızlıklarının 25. Yılında Türk Cumhuriyetleri (Siyasi, Ekonomik ve Kültürel Gelişmeler), Türk Dünyası Belediyeler Birliği (TDBB) Yayınları, No: 23, İstanbul, 2017, s.23
(5) İdris Kardaş, “Mutlak müttefik de yoktur.” Sabah-Yeni Aktüel, 15 Ekim 2018; https://www.sabah.com.tr/yazarlar/aktuel/idris-kardas/2018/10/15/mutlak-muttefik-de-yoktur/ Erişim Tarihi 02.10.2021/
(6) Sessiz Tarih, Japonya'nın Ortak Refah Alanı Politikası (Ayrıntılı); http://www.sessiztarih.net/2020/07/japonyanin-ortak-refah-alani-politikasi.html/ Erişim Tarihi 03.10.2021/
Telefon: 0532 268 05 48
E-Mail: info@kilithaber.com