2002 yılıydı. Liseye hazırlanıyordum. Eve dönerken yerde bir kâğıt buldum. Üzerinde kargacık burgacık harflerle bir şarkının nakaratı yazılıydı:
“Bitip tükenmez sigaram
Ciğerim nefessiz kalmış
Her şey yalan olsa bile
En güzel aşk zor olanmış…”
Şarkı yeniydi. Dönüp dönüp dinliyordum klipini. Birden böyle görünce de o kâğıdı alıp sakladım. Belli ki bir hikâyesi vardı. Bir gün bunu nasılsa yazardım. Birkaç gün sonra Adana İstasyon Meydanı’nda bu şarkı yükseliyordu. Kendimi bir anda Haluk Levent konserinin etrafında buldum. O zaman onu tanımıyordum. İkimiz de portakal çiçeklerinin kokusunu ezbere biliyorduk, hepsi bu. Şimdi ise, hatalarının yanında çocukluk hayalini kendine yol edinmiş bir adam var karşımızda. Çok şeyden pişman olmuş, iyi bir insan olmak için çabalıyor. Anacığı bir gün alnından öpüp, ‘Seninle gurur duyuyorum” dediğine göre, kalben başarıyor olmalı…
O kâğıdı buluşumun üzerinden çok zaman geçmiş. Ben hiç farkında olmadan tüm şarkılarını ezber etmişim. Şarkılarını hep severek dinledim ve söyledim. Ama sanırım onu en çok sosyal medyada kendisiyle dalga geçerken sevdim. Hep şarkılar söyle, sevgiyle iyilikler yap, hataların yolundan dönsün güzel adam. Gün dönüyor, yaşam şekilleniyor, hayat insana neler getiriyor…
Ben, bir gün o kâğıdın hikâyesini anlatacaktım, biliyordum. Her şeyin zamanını beklediği gibi, bu da beklemiş.
İyi ki…
Haluk, 26 Kasım 1968’de, Adana’da Yüreğir ilçesine bağlı Yamaçlı Mahallesi’nde, Sabriye ve Mesut Acil çiftinin dokuz çocuğundan sekizincisi olarak dünyaya geldi. Çok sonra kendisinin de ifade edeceği üzere Nusayri’lerdi; ama Arap değillerdi.
Yoksul bir ailenin içine doğmuştu. Ancak yıllar sonra bir gün kendisi yoksullara yardım ederken yoksulluğun tanımı ile çok daha derinden tanışınca çocukluğunu tekrar gözden geçirip şöyle diyecekti: “Bizim evin durumunda yoksulduk; ama o kadar da değildik…” Ekonomik olarak yoksul; ama sosyal olarak zengin bir aileye doğduğunu düşünüyordu. Çünkü abisi belki ilkokul mezunuydu; ama Haluk için bir Ahmed Arif’ti. Şiirler yazıyordu. Sanatın canlı bir şekilde yaşadığı bir evde nefes alıyordu. Evet yoksullardı; ama sanatın zenginliği yadsınamazdı. Evin içinde şiirler okunan, şarkılar söylenen yarışmalar yapıp alkış tuttukları anlar vardı. Şiirler, şarkılar o büyürken ruhuna işliyordu. Haluk, mutlu bir çocuktu…
Mesut Bey, Haluk’un anlatımı ile sevgisini göstermeyen klasik bir babaydı. Hoşgörülü bir adamdı aynı zamanda. Ama 9 çocuktan kendisine kalan hangi zamanda babasını gerçekten tanıyacağına da emin olamıyordu. Çocuktu ve zaman geçiyor, büyüyordu. Sanki zaman sadece büyümek için geçiyordu. Sabriye Hanım da, kocasından artırdığı paralarla evine yetmeye çalışan, çocukları okusun diye canını dişine takan bir kadındı. O da belki sevgisini göstermekte pek iyi değildi; ama çocuklarının üzerindeki anneliğini hissettiriyordu…
Haluk’un çocukluk hayali yoksulluğun olmadığı bir dünyaydı. En azından kendi ülkesinde yoksullara yetişebilmeyi, yoksulluğa çare olabilmeyi istiyordu. Bu konuda çok çalışacağı, herkesi harekete geçireceği günler gelecekti…
Adana’da, çocukluğunda iz bırakmış, onun için en değerli yerlerden biri Taş Köprüydü. O gölde arkadaşlarıyla karşıya kadar yüzme yarışı yaparlardı. Bir de onun çöplük olarak kullanıldığını hatırladığı, göle kadar çöp yığını o alan. Orayı yaşanır bir hale getirmek için en çok çalışanlardan biri Haluk’tu. Çok ağaç dikti.
Yıllar içinde o ağaçlar büyüyecek bir ormanlık alan oluşacaktı. Belediye, Haluk Levent adına bir koruluk verdi: ‘Haluk Levent Koruluğu’. Haluk Levent, Adana’ya gittiğinde o korulukta dinlenmeyi, keyif yapmayı hep sevecek; portakal bahçelerinde en güzel şarkılarını yazacaktı...
Haluk, ilkokula Sakıp Sabancı İlköğretim Okulu’nda başladı ve ortaokulu da burada bitirdi. Bu okulda 8 yıl geçirmişti. Yıllar sonra Ortaköy’de, Sakıp Sabancı’ya kitabını imzalarken, “Ben, Adana’da sizin adınızı taşıyan okulda okudum.” diyecek; Sabancı da okulun yapılış hikâyesini paylaşacaktı.
Sabancı, Haluk’a “Yüreğir’deki mi?” diye sordu ve daha sonra anlatmaya başladı. “Orada aslında bizim okulumuz olmayacaktı. Önüme 3-5 seçenek getirdiler ve Adana’nın hep Kuzey bölgesinde, varlıklı ailelerin oturduğu yerlerdeki arsaları gösterdiler. Ama ben senin oturduğun o semti seçtim. Çünkü yüreği dolu dolu gençlerin olacağını hissettim. Ve benim okulum orada olsun istedim.” Haluk, yıllar sonra bu anısını okulunun önünde anlatırken bir yandan da doğru yerlerde bulunmuş olmanın güneşe bakan yüzünü yaşıyordu…
Lise eğitimini Adana Atatürk Lisesi’nde alan Haluk, üniversite yaşamında uzun soluklu bir yaşama geçti. Çok kez üniversite kazandı ve kısa zamanlı öğrenci olarak bulundu. Evet, üniversite sınavlarını kazanıyordu; ancak çoğunlukla maddi imkânsızlıktan eğitiminde istikrarlı olamıyordu.
İlk kazandığı okul, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Mühendisliği Bölümü’ydü. Burada bir yıl okudu. İkinci üniversitesi Ankara Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı oldu. Buraya da bir yıl devam etti. İkinci yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazandı. Burada da devam etmeyince Ankara Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nü kazandı. Son olarak Bilkent Üniversitesi Dil Öğretim’e kayıt yaptırdı…
Haluk’un gençliği de, çocukluk yılları gibi geçim sıkıntısı ile geçti. Babasının ilaçlarını borçlarla toparlamaya çalışıyordu. Gitarı hep elindeydi. Öyle ki telleri koptuğunda parasızlıktan yaptıramadığı oluyordu…
Sürekli sınavlara girip bir başka üniversitenin öğrencisi olduğu bu yıllar içinde bir yandan da ticaretle uğraşıyordu. Bu konuda oldukça başarısızdı. Öyle ki biz onu tanımadan önce tam anlamıyla borç batağındaydı. Mehmet Şirin Kazan adında bir tefeciden aldığı 50 bin liralık borç başına dert oldu. 1989’da çekte tahribat suçu gerekçesiyle 9 ay 15 gün süreyle hapse girdi.
Başarısız bir ticaret geçmişini ardında bırakıp Adana’dan ayrıldı. Kendini tam anlamıyla yollara verdi. Elinde gitarı, birçok şehirde dolaşıp şarkılarını söyledi. Çocukluk hayali kalbinin bir köşesinde gittiği her yere onunla birlikte gitti. Yardım ettikçe dünyanın daha güzel bir yer olacağı düşünü hiç yitirmedi. Hatta bu şarkılarla dolu yolculuğunda çocuğu zaman insanlara yardımı dokunsun diye şarkılar da söyledi. Çabaları kimi zaman sonuç verdi, kimi zaman üzdü. Bu dönem, Haluk’un hayatında pek çok şeyi ifade ediyordu. Yıllar sonra bugünü hayatının dönüm noktası olarak sayacaktı. Bu sürecin deneyimini içeren ilk albümünün hazırlığına 1990’da başlamıştı. Sancılı zamanlardı. Ama o hiç vazgeçmedi…
Ve sonunda 1992’de, rotasını İstanbul’a çevirdi. Ortaköy’de pek çok barda çalıştı. Yolu bir gün Film Müziği Bestecisi olarak tanınan Yıldıray Gürgen ile kesişti. Ayrıca Serdar Öztop ve Akın Eldes gibi kaliteli müzisyenlerle de ilk albüm için çalışıyordu. Çok çalışıyordu. Çok zor geçen 3 yılın ardından Temmuz 1993’te, Haluk Levent adıyla ilk albümü ‘Yollarda’yı çıkardı.
Bu albüm, geçtiği yolların tüm izlerini taşıyordu…
Haluk’un ilk albümü ‘Yollarda’, Anadolu Rock Müziği’nin - ortaya çıktığı 70’lerden sonra - ikinci yükseliş döneminin ilk eseriydi. Yıllarca dillere pelesenk olacak şarkılar bu albümdeydi. Ayrıca yine ‘Yollarda’ albümü ile aynı yıl Moğallar da, 20 yıldan sonra ilk albümünü çıkarmıştı.
Yollarda, yaklaşık 2 yüz bin sattı. Haluk Levent, Türkiye müzik piyasasına zorlu bir yolculuktan gelmiş; ama burada uzun soluklu yeni bir yol açmıştı. Bu satış rakamı da bunun habercisiydi. Bu albüm, Haluk Levent’i tanıtmıştı. Sonrasında hayranları, onun yardımdan yardıma koşan, çocukluk hayalini gerçekleştirmek için çok çalışan yüzünü tanımaya başladı. Sayısız hayır konserine çıktı. Elde ettiği gelirlerle ihtiyacı olan hastalar için diyaliz ve solunum makineleri aldı…
“Sevgisini bizden gizlerdi” dediği babasını da bu süreçte kaybetti. Haluk, babasının ölüm haberini aldığında, Muğla konserinde sahnede 25 yaşında bir delikanlıydı. Ve bir 25 yıl daha geçtiğinde katıldığı programda şöyle diyecekti:
“Erken gitti diyebilirim. Belki şimdi onu bir 25 yıl daha yaşayabilirdim.”
Ekim 1995’te ikinci albümü ‘Bir Gece Vakti’ni çıkardığında satışı neredeyse bir milyonu yakalamıştı. 1996’nın sonunda da ‘Arkadaş’ adını verdiği albümünü çıkardı. İşte bu albüm, tam anlamıyla Anadolu Rock Müziği’nin müzikal anlamda en başarılı örneklerinden biriydi. Haluk da, Arkadaş albümü için şöyle diyordu:
“Bu albümle dünya standartlarını yakaladım.”
Yollarda albümündeki bütün şarkılar ezber edilmişti. Ancak bir tanesi vardı ki, dillere pelesenk olacak zamanı olmayan bir şarkıya dönüşecekti. Gitarını kapan gençler aşkını bu şarkıyla ilan edecekti. Sahillerin şarkısıydı Akdeniz Akşamları. Hatta yıllar sonra Akdeniz Akşamları için şöyle diyecekti Haluk:
“Akdeniz Akşamları, Çukurova insanının yaşanmışlığıdır. Adana, Mersin, İskenderun sahillerinin şarkısıdır…”
Haluk, onda iz bırakan ne varsa önüne ya da ardına notalar döşüyordu. Her bir sözcük duyguları, yaşanmışlığı anlatıyordu…
Başarısız geçen ticaret yaşamı peşini bırakmamıştı. On yıldır ardı sıra gelen bir ticari dava sebebiyle Ağustos 1997’de, 9 ay hapis cezası aldı.
Haluk’un hayatında bir kez daha cezaevi dönemi açılmıştı. Asi ruhu ile üretmekten vazgeçmedi. Müziğini ve genç yaşının asiliğini temsil eden uzun saçları vardı. Akkuyu’da yapılması düşünülen Nükleer Santral Projesi’ni protesto gösterilerine o da dahil oldu ve uzun saçlarını kesip gönderdi.
Bu süreç Haluk Levent’in müziği adına da oldukça verimliydi. Cezaevine girmeden önce oluşturduğu kayıtlarla ‘Mektup’ adını verdiği bir albüm çıkardı. Bu Mektup, içeriden dışarıya yazılmıştı. Okuyanı çok oldu. Ona mektup yazanı da. Yüz binlerce mektup geldi. Kendi kendine kalmışlığın bir sonraki adımıyla da daha çok yazdı Haluk ve bir kitap doğdu. İlk kitabına ‘Kedi Köprüsü’ adını verdi. Çocukluğundan bu zamana kendisini, müziğini buluşunu anlatıyordu…
9 ay sonra hapisten çıktığında yeni albümünü hazırlamak için çok az bir zamanı vardı. Çünkü 18 ay sürecek askerlik görevini yerine getirmesi gerekiyordu. Müziğinden, hayranlarından uzaklaşacağı bu süreci de hissederek Eylül 1998’de çıkardığı albümüne ‘Yine Ayrılık’ adını verdi ve askere gitti. Askerdeyken de hep müzik vardı. Haluk, askerdeyken daha önce Türkiye’nin hiç gitmediği yerlerinde, bütün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konserler verdi.
99 depreminin ardından yaşamın çok zor yüzüyle karşılaştığımızda Haluk Levent, bu kez İzmit’te kurulan çadır kentlerde bizzat çalıştı, çadırlar kurdu. Ve tabii depremzedelere yardım sağlayacak konserler verdi. Çocukluk hayalini kalbinden hiç eksiltmeden gittiği her yere taşıyordu…
Tüm bunlarla birlikte askerlik sürecinden izin günlerinin tamamını yine stüdyoda çalışarak geçirmişti. 2000 yılı başlarken, milenyum çağına merhaba derken Haluk Levent, ‘www.leyla.com’ adını verdiği albümünü çıkardı. Dijitalleşmeye başlayan dünyada duyguların da dijitalleşiyor oluşuna dökülmüş notaları vardı…
Şubat 2001’de ‘Kral Çıplak’, Ekim 2002’de ‘Bir Erkeğin Günlüğü’, Eylül 2004’te ‘Aç Pencereni’, Nisan 2005’te ‘Annemin Türküleri’ albümlerini çıkardı.
7 Nisan 2004’te, ‘Moritos’un Düşleri’ adını verdiği ikinci kitabını yayımladı…
Cezaevi konularında dönem dönem adı geçmeye devam etti. Örneğin 2014’te, girdiği 800 bin lira borcu ödeyemediğinden 3 ay hapis yatacaktı…
2006’da ‘Akşam Üstü’ albümünü çıkardı. Bu albümde yer verdiği ‘Elfida’ şarkısı kendisinin de en çok sevdiği şarkıydı ve onu söylemekten hiç vazgeçmeyecekti. 2010’da ‘Hacivat Karagöz’ albümünü çıkardı. Bu albüm sanalda dinlenme rekorları kırsa da, CD satışları pek iyi değildi. Şubat 2014’te de ‘Dostane’ adının verdiği albümünü çıkaran Haluk Levent, son olarak 2019’da, ‘Tam Bana Göre’ albümü ile hayranlarının karşısındaydı…
Evet, ona böyle diyorlardı. Yol devam ediyordu; o, tüm yolculuğu boyunca müziğinden ve yardım etmekten vazgeçmiyordu…
Sanatında 15 yılı geride bırakmıştı. Yurt içinde ve yurt dışında yaklaşık on bin konser verdi. O, ülkemizin en çok konser veren sanatçılarından biriydi. Bir konserinde 11 saat sahnede kalarak adını silinmez harflerle müzik tarihine kazıdı. Ona Yardımsever Rockcu diyorlardı. Çünkü Haluk Levent, bu konserlerin çok önemli bir kısmından para almamış, onun yerine gelirini ihtiyacı olan hastalara bağışlamıştı.
Yoksulluk, onun yumuşak karnıydı. Ancak bunun yanında çevre sorunlarına karşı duyarlı oluşuyla da dikkat çekiyordu. Albümünde çevre bilinci aşılayan şarkılar söyleyen Haluk Levent, Türkiye’de çevreye zarar verdiği söylenen, düşünülen projeler aleyhine davalar açtı. Örneğin, Mersin’de, Kazanlı ilçesinde soylarının tükenmesi tehlikesiyle karşı karşıta gelinen Caretta Carettalar için protesto gösterilerine katıldı.
Neslin Yonanlar, “Edirne’de bir barda onu dinlediğimde tanıştık.” diye anlatıyordu Haluk ile tanışmasını. Aralarında çok güçlü bir bağ vardı ve birbirlerini çok seviyorlardı. Neslin Yonanlar, Haluk Levent’in “Hani Benim Olacaktın”şarkısının klipinde de oynadı. Haluk’un cezaevinde olduğu dönemde Neslin Yonanlar şunları söylemişti:
“Onu, açık görüş dışında göremiyordum. Klip sayesinde TV’de hasret gideriyor, ekranda sık sık görüyorum. Klipte beni şaşırtan sevgilimin saçları oldu. Kısa saçlı değildi. Ben Akkuyu’ya santral yapılmasını protesto için saçlarımı kestirince, o da böyle yapmış. Çok duygulandım.”
2004’te, Sultanahmet’te, Binbirdirek Sarnıcı’nda sade bir törenle evlendiler. Erhan Aygün, Haluk’un şahitliğini üstlenirken, Neslin’in şahidi de Mahsun Kırmızıgül’dü. Bu evlilik, onlara ‘Ela’ adını verdikleri bir kız çocuğu getirdi. Ancak evlilikleri pek yolunda gitmiyordu. Ela’nın geleceğini düşünerek boşanma sözcüğünü evlerinde geçirmekten vazgeçmişlerdi. Oysa bu vazgeçiş değil, bir erteleyişti…
18 Aralık 2017’de, fikren ve ruhen anlaşamadıklarını belirterek anlaşmalı boşanmak için İstanbul Aile Mahkemesi’ne dilekçelerini verdiler. Bir gün sonra sabah saatlerinde hakim karşısına çıkan çiftin, boşanmasına karar verildi.
Hayranlarını sorularını cevapladığı bir programda Haluk Levent’e, söylemekten en keyif aldığı şarkı sorulduğunda iki şarkının adını söylüyordu: Elfida ve Deniz Üstü Köpürür! 20 sene de geçse, yine sahnede en çok bu iki şarkıyı hep bir başka severek söyleyeceğine emin hissediyordu. Bununla birlikte hayatının fon müziği sorulduğunda da, “Başka türlü bir şey benim istediğim…” diye söyleme başlamıştı…
Elfida, bir başka şarkıydı gerçekten; yaşıyordu. Haluk Levent, bu şarkıyı söylemeye başladığı dönemden bu yana üzerine çok konuşulmuş, Elfida’nın bir genç kız olduğu üzerine türlü şeyler yazılmıştı. Bunun üzerine Haluk Levent, 2006’da Akşam Üstü albümünde yer verdiği şarkının hikâyesini Twitter hesabından 2017’de anlattı…
Elfida, aslında Beyzanur adında küçük bir kızdı. Tanıştıklarında 4 yaşındaydı ve amansız bir hastalıkla mücadele ediyordu. Birlikte 4 yıl daha geçirebildiler. Haluk Levent, Beyzanur için Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne gidiyor, doktorlarıyla görüşüyordu. Bir gün doktorlar: “Haluk Bey, bu kızı gözden çıkarın.” Dedi. Bu cümle, Haluk’un yufka yüreğine kazındı adeta…
O gün doktorlarla görüşmede müzisyen arkadaşı Emrah Aydoğdu da, Haluk ile birlikteydi. Aydoğdu, “Gözden çıkarılan kadının anlamı Osmanlıcada Elfida!”dedi. Hissettikleri duyguyu karşılayamazdı belki; ama kavram olarak doktorların söylediği şeye uyuyordu. Haluk, Beyzanur’u öyle çok seviyordu ki, içine sığdıramadığı duygularıyla oturup Elfida şarkısını yazdı. Aydoğdu ile birlikte sözlerin üzerinden geçtiler. Ömer Faruk Güney, müziği ile katkıda bulundu. Haluk, Beyzanur’a son günlerinde hep ona kendisini anlatan şarkıyı söyledi. Küçük kız, Elfida’nın kendisi olduğunu hiç bilmedi…
Haluk, Bakırköy’de hastane personeline bir konser vermişti. Beyzanur’a iyi baksınlar çok istiyordu. Onların gecesine katıldı. O gece, evinde bir başka yere kaldırılan Beyzanur, hayata gözlerini kapadı. Haluk, küçük Beyzanur’u kaybedişine çok üzüldü. Anne babasından rica etti: “Evet, kızımızı kaybettik. Lütfen bir çocuk daha yapın.”
Beyzanur’un babası, bir yıl sonra Haluk’a bir kızları olacağı haberini verdi. Haluk, “Adını Elfida koyun” dedi. Elfida, şimdi ablasından ona kalan sevgi dolu bir mirasla pırıl pırıl yaşayan, okuluna giden bir kız çocuğu…
Haluk şarkının sözlerini irdeleyerek anlattığı bölümde şöyle diyordu:
“O dönem de şirketlerim batmış, sözlerdeki “Omzumda iz bırakma yüküm dünyaya yakın” şunu ifade etmek içindi: Ya zaten dünya kadar batmışım, sıkıntılıyım, Beyzacığım ne olur bari sen gitme demek içindi. O sözlerdeki “Yüzyıllardır sarılmamış kolların” cümlesi, anne ve babası gece gündüz nöbetteydiler. Beyzanur'un kırılganlığından, hasta yatağından dolayı sarılamıyorlardı. Gerçekten sarılabildiklerini görmedim. “Sisliydi kirpiklerin ve gözlerin yağmurlu” sözleri ise Beyzanur'un gerçekten hep yağmurlu gözleri vardı hayata tutunmaya çalışan...”
Haluk, bu şarkıda hiçbir ticari amaç gütmediğini ise şöyle anlatıyordu:
“Bu şarkıyı o dönemlerde söylerken birçok kişi söyledi. Ben bu şarkıyı ticari amaçla kullanmak ve vermek istemedim ve vermedim de. Bu başka bir şeydi. Bir Akdeniz Akşamları faciası daha yaşamak istemiyordum. Biliyorsunuz Akdeniz Akşamları muazzam bir şarkıdır aslında. O dönemin bir öyküsüdür ama herkes okuya okuya artık içimizden gelmeyecek hale geldi. Elfida'nın öyle olmasını istemiyordum o çok özel bir şarkıydı ama ben yurtdışındayken benim bilgim dahilinde olmadan Ankara'dan bir müzisyene verilmiş şarkı. Çok üzüldüm ve kızdım. Ailesi beni aradı, çok özür diledim. Vermeme kararı aldık şarkıyı. Burada ailesinin de çok mücadelesi oldu Beyzanur ile ilgili ve tekrar hayata döndürülmesiyle ilgili. Onların acılarını hep paylaşmaya çalıştım. Kısacası Elfida'nın öyküsü bu. Başka hiçbir öyküsü yok.
Net, düz, sade..."
Referandum dönemiydi. Evet ya da Hayır diyecektik. Ve Haluk Levent’in seslendireceği İzmir Marşı işte buradan doğmuştu. Bunu bir röportajında şöyle anlatmıştı:
“O süreçte insanlara bir seçme özgürlüğü verilmişti: Evet ya da Hayır. Fakat ‘Hayır’ diyen insanlar, tereddütsüz ve etkin kimi çevrelerce neredeyse ‘Vatan Haini’ kıvamına getiriliyordu. Sosyal medyada espri olarak, “Hayır seçeneğini niye koyuyorsunuz? İnsanları neden vatan haini yapıyorsunuz? Sadece ‘evet’ deyin ve herkes gidip oyunu versin” yazdım. O dönemde, -uygulanan politikadan vazgeçilmeden önceki süreçte- her iki kelimeden birisi, “Siz PKK ile FETÖ ile aynı çizgidesiniz. Onlar ‘Hayır’ diyor, siz de ‘Hayır’ diyorsunuz” oldu. Biz neredeyse bu ülkenin vatan hainleri kıvamına getirildik. Her, arkaya Türk bayrağı asan, her arkaya cumhurbaşkanlığı forsu asan vatansever olurken bizler o bayraktan yoksun, o bayrağın düşmanı kabul edildik. Niye? Çünkü biz ‘Hayır’ diyorduk. Çok içerledim bu duruma.”
Haluk Levent, 20 yıldır okuduğu şiirleri bir albüme koyacaktı. Zaten İzmir Marşı’nın içindeki şiiri de Çanakkale Şehitleri için verecekti. Dedesini hatırladı. Üç kardeşiyle birlikte 14 yıl boyunca savaşa gitmişler; Çanakkale’de, Sakarya’da, Yemen’de savaşmışlardı. Haluk, hummalı bir araştırmaya başladı. Genelkurmaya kadar gitti. Dedesinin en küçük kardeşinin İstiklal Madalyası aldığı bilgisine ulaştı. Diğer kayıtlara çok zor ulaşmış, kimilerine hiç ulaşamamıştı…
Dedesinin abisi Ahmet Gani, kardeşlerinin gözü önünde şehit olmuş, diğer dedesi 40 yıl vücudunda savaştan hatıra bir kurşunla yaşamıştı…
“Biz bu ülkenin kurucularının torunlarıyız. Benim dedem bu ülkenin toprakları için savaştı. Neden ben seçme özgürlüğüm olan bir kelimeyi seçecek olduğum için vatan haini olayım?” diyordu. İşte İzmir Marşı böyle doğdu.
Klip, Bakırköy Leyla Gencer Sanat Merkezi’nde çekildi. Haluk Levent, İzmir Marşı’nın klipini 17 Mart akşamı dedesi ve kardeşlerine adayarak internette yayınladı. Klipin yayına girdiği gün Haluk Levent, Zürich’e gidiyordu. Uçağa girdiğinde bir andan alkışlar duyulmaya başlandı. Hissettiği duygu çok karmaşıktı. Üzülmüştü de.
“O an üzüldüm. Ne kadar ihtiyacımız varmış böyle bir şeye… Ne hale gelmişiz! Bu ülke bunu hak etmemişti! İnsanların düşüncelerini özgürce ifade ettiği, Cumhuriyet sisteminin sürdüğü, dış ilişkilerde komşularla sorun yaşanmadığı, bilimsel ve teknolojik anlamda batıya dönük, yerelde etnik gelenekselci; ama modern dünyaya hiç kapanmamış bir ülke hayal ediyorum.” diyordu.
İzmir Marşı, o günden sonra hep coşkuyla söylendi…
Haluk Levent, kendi gazetesini oluşturmanın vaktinin geldiğini düşündüğünde sosyal medya hesaplarını kullanmaya başladı. “Ben burada 20 yıllık dinleyicilerime kendimi anlatmaya çalıştım.” diyordu.
Bir anda sosyal medyayı çok aktif kullanan ünlülerden biri oldu. “Biz, seni hiç böyle bilmiyorduk” diyenler de oldu, “Seni zaten böyle tanımıştık” diyenler de. Bu mecrayı aynı zamanda yine iyilikleri için de kullandı. Bununla birlikte hayranlarıyla da arasındaki perdeyi oldukça inceltmişti. Onlara cevap vermekle kalmıyor, yeri geliyor isteklerine de karşılık verebiliyordu. Onlardan bir tanesinde yine kısa sürede trend topic olmuştu…
Her şey Ziynet adında bir takipçisinin Haluk Levent’e attığı ve atmaya hep devam ettiği mesajlarla başladı. Şöyle diyordu mesajlardan birinde:
“Abi, Cuma günü mezuniyet var. Benim hala umudum var. Kavalyem olursun bence.”
Haluk Levent ise şöyle cevap verdi:
“Aylardır yazıyorsun. Söz kız! Cuma müsait olursam kavalyen olacağım.”
Ve evet, Cuma akşamı Ziynet’in kolunda mezuniyeti için kavalyesi Haluk Levent vardı…
Gecenin fotoğraflarını sosyal medya hesabından da paylaştı. Haluk Levent, bir köprü kurmuş, kalplere dokunmaya devam ediyordu…
Katıldığı bir programda şöyle diyordu:
“Küçükken ne yapmak istiyorsunuz sorusuna büyüyünce ülkemde kaç tane yoksul varsa onlar için mücadele edeceğim. Fakir çocuklara yardım edeceğim. Hastalara yardım edeceğim diyen milyonlarca çocuk var şu anda. Ama büyüyorlar ve klasik çarka giriyorlar. Biz sadece hayallerimizi söyleyip vicdanımızı rahatlatıyoruz. Ben vicdanımı rahatlatmak istemedim; ben hayallerimi yaşamak istedim. AHBAP bu nedenle AHBAP oldu ve şu anki yaşam biçimim bu nedenle oturdu. Ben hayallerimi yaşıyorum.”
AHBAP, belki de Haluk Levent’in tamamlanışıydı. 22 yaşında bir gençken Bursa’da, Küçükkumla’da elinde gitar çalarken, yol üzerinde bir babanın Bursa Hastanesi’nde yatan kızına, elinde gazete kupürü ile para toplamak için gezindiğini gördü. Onu durdurdu ve gitar çalmaya başladı. İnsanlar para atmaya başlayınca bir hevesle 2-3 gün bu şekilde gezip para topladılar. Ama kızı kurtaramadılar. Bu an genç Haluk’un hayatında bir kırılma noktasıydı ve belki de hikâyede oldukça öncesine gidildiğinde, AHBAP işte bu çatlaktan sızan ışıktan doğmuştu…
Bu işin Haluk Levent’in kalbinden yansıyan ışıklı yanıydı tabii. Sosyal medyada da şöyle durumlar oluyordu. Bir gün yaptığı bir espri üzerine bir kız, “Parti kur, oy verelim abi!” demişti. “Referandumda birkaç sandıkta adım çıkınca parti kurmaya karar verdim. Adını da AHBAP koyduk.” diye anlatıyordu.
Elbette AHBAP siyasi bir parti değildi. O, ilk twitter partisiydi. Haluk Levent, 16 Nisan 2017’de gerçekleşen referandum sonrasında sosyal medyada, takipçileriyle istişare ederek “Anadolu Halk ve Barış Partisi” AHBAP’ı kurdu.
Kendi sosyal medya hesabını kullanan AHBAP, 2 Mayıs’ta siyasi bir parti olmadıklarını, “Sevgili kamuoyuna ve tüm AHBAPlara duyuru” başlığında şöyle açıkladı:
“AHBAP, siyasi bir parti değildir. Adındaki parti tanımı, hayatımızı güzelleştirmeye, bize paylaşmayı öğretmeye vakit bulamayan siyasi partilere nanik anlamı taşımaktadır. Genel Başkanımız Haluk Levent'in de diğer tüm AHBAP üyelerinin de siyasi görüşleri kendilerini bağlar, AHBAP'a siyasi düğüm atılamaz. AHBAP; paylaşmak, yardımlaşmak ve tüm canlılara, doğaya saygı gösterip, öğrenmek üzerine kurulu, şeffaf, şefkatli bir insanlık hareketidir. Ahbap, teşkilatında yer alan her birey, hem diğer tüm AHABP'larıyla hem de toplumda tüm ihtiyacı olanlarla yardımlaşmak, paylaşmak, öğrenmek, öğretmek, daha iyi insanlar olabilmek için var olur. Bu amaçları şiar edinmeyen bireyler, kendilerine bizim aramızda AHBAP bulamaz. AHBAP, ayrıntılı açıklaması yakında paylaşılacak yepyeni bir yönetim biçimi olan "SEVOKRATİK" sistemle yönetilecektir. Partide yükselmenin en önemli kriterleri; insanları, hayvanları, doğayı sevmek, ihtiyacı olana yardım etmektir. Parti yönetimi en paylaşımcı, yardımsever ve bilgili, kendini geliştirmeye açık AHBAPlar arasından, tüm üyelerin katılacağı "Dijital Sevokratik" seçimlerle belirlenecektir. Faaliyetlerimiz ve hareket planımız da, önümüzdeki günlerde, parti teşkilatımız, üyelerimiz ve kamuoyuna duyurulmaya başlanacaktır. Tüm kendini AHBAPsız hissedenleri, bu yardımlaşma, paylaşım ve sevgi evrenine bizimle AHBAP olmaya davet ediyoruz.”
Ve bir buçuk ay geçmişti ki, 46 bin üyeye ulaştılar. Bu süreçte yoksul insanların evlerini onardılar, ihtiyaç sahiplerine eşya aldılar. Hastaların yanında oldular. En önemlisi ilik nakli için donör kampanyası başlattılar. AHBAP şimdi 3 yıldır hayatımızda. Hala ihtiyacı olanın yardımına koşmak için var gücüyle çalışıyor...
Haluk Levent’in annesi Sabriye Hanım, 3 Kasım 2019’da, yaşlılığa bağlı hastalıklar sebebiyle evinde hayata gözlerini kapadı. Acı haber ile sarsılan Haluk Levent, sosyal medyada şu paylaşımı yaptı:
"Dün gece annemiz Sabriye’yi kaybettik. Bir süre burada olamayacağım. Bu sayfayı Veli Sevinç yönetecek. Ahbaplar çalışmaya devam edecek, yarım kalan iş bırakmayacak. Yakında görüşürüz canlarım."
Çocuk yanı çok sızlamıştı belli ki. Ruhunu gezdirdiği portakal bahçelerinde koşup yorulmuş, dinleniyordu belki. Daha sonra katıldığı bir programda annesi için duygularını, pişmanlığını, sevgisini, özlemini şöyle ifade ediyordu:
“Sevgili annem okumam için çok uğraştı, sabahlara kadar manavda karpuz sattı, o dönemlerde ona layık bir evlat olamadım. Onun o emeğini düşündükçe, zamanında yaptığım hareketleri doğru bulmuyorum… Ona çok şey borçluyum. Bir seferinde beni alnımdan öpüp ‘Seninle gurur duyuyorum oğlum’ demesi içimi rahatlattı.’’
Anacığının alnına bıraktığı öpücükten devam etti yaşamaya…
Bugün dünyaca bir virüse karşıyız. Onunla savaşıyoruz. Haluk Levent de, AHBAP ile birlikte elbette bu konuda öylece duramazdı. Hepimizin ev karantinasına girdiği günlerde, 18 Mart’ta şu tweeti attı:
“Zor günlerden geçiyoruz. Şu anda AHBAP derneğinde 976 bin TL var. Maaşlar ve medikal alımı hariç bütün parayı 2 bin ailenin 2 aylık temel gıda malzemeleri için kullanacağız. 15 gün içinde işten çıkarılan kişiler, aileleri adına başvuru yapabilir. Yarın başvuru adresi vereceğiz.”
Kuruluş amacı paylaşmak, yardımlaşmak olan bir platform için şaşırtıcı değildi. Yine gündemde adını koruyan isimlerden biri de olmuştu. Bu tweet iyi bir başlangıçtı. Ancak savaştığımız virüsün tehlike alanının genişliği düşünülürse, daha fazlasını yapmalıydı. Daha büyük bir yardım için 28 Mart’ta, bu kez ünlülere, sporculara seslenen bir tweet attı:
“Oyuncusundan sporcusuna, müzisyenine kadar tüm ünlü dostlarıma sesleniyorum! Ben sizlerden daha hayırsever değilim. Sadece daha koordineliyim. Gelin AHBAPları siz de kucaklayın. Gün dayanışma günüdür! Bireysel değil, hep birlikte hareket edelim. Sizi seviyoruz ve bekliyoruz.”
Ve evet, ünlüler bu çağrıyı karşılıksız bırakmadı…
Bir yandan gülümseten paylaşımlarına da devam etti. koronavirüsten sebep kestiği sakallarını öpücüklü bir pozla paylaşırken esprili dilinden uzaklaşmıyor, yine kendisiyle dalga geçiyordu:
“10 yıl sonra ilk kez sakalsız. Gece bakmayın korkarsınız.”
Tabii yardımları bitmedi. İstanbul Eyüp Sultan Nişanca Aile Sağlığı Merkezi’nde Aile Hekimi Dr. Yavuz Kalaycı, Koronavirüse bağlı organ yetmezliği sebebiyle yaşamını yitirmiş ve geride iki kızını bırakmıştı. Fr. Kalaycı, anne ve babasını da 10 gün önce yine aynı sebepten kaybetmişti. Son isteği ise, kalpte sızıydı. Meslektaşları, arkadaşlarının mesajını sosyal medyada paylaştı:
“Kızlarım küçük, sahip çıkarsınız değil mi?”
Haluk Levent ve AHBAP, bu duruma kayıtsız kalamadı ve duyurusunu yaptı:
“Yavuz Kalaycı'nın eşi ve çocuklarıyla birlikteyim. Hepinizin adına başsağlığında bulundum. Eşi ‘Yavuz'un sınıf arkadaşları hep yanımızda sağ olsunlar’ dedi. Bizler de bu iki kızımızın öğrenim hayatları boyunca bursunu sağlayacağız. Ve artık bizim de kızlarımız onlar. Merak etmeyin.”
Haluk Levent, çocukluk hayalinin peşinden buralara kadar gelmişti. Yolculuk uzun ve çoğu zaman kendine kızdığı hatalarla doluydu; ama dediği gibi iyi insan olmak için de çabalıyordu. Bir yanını çocuk tutarak kalbini iyiliğe açan, paylaşmayı, çoğalmayı yaşam tarzı şekline getiren bir Haluk Levent geçiyor bu dünyadan…
İyi ki…
Telefon: 0532 268 05 48
E-Mail: info@kilithaber.com