Yıllardır mücadelesini yaparım, neredeyse hemen her bilimsel platformda bir şekilde ortaya koymaya özen gösteririm. En iyisi, en son söyleyeceğimi, en başta söyleyeyim, Osmanlı Devleti, emperyalizmi çağrıştıran bir “imparatorluk” değil, kuruluşundan sonuna kadar bir “devlet”tir, bir “Devlet-i Âliyye”dir, “Devlet-i Seniyye”dir. Padişah buyruğu, yani “irâde-i seniyye” çıkarılarak yönetildiği için bir ‘Devlet-i Seniyye’dir. Nâdiren de olsa devletin resmî sıfatının sonuna “Osmaniye” kelimesi ilâve edilmiş midir? Evet. “Devlet-i Âliyye-yi Osmaniye” gibi söylenilmiş olsa da resmî devlet isminde bir değişiklik olmamış, her zaman “Devlet-i Âliyye” olarak kalmıştır. Öncelikle bunun bilinmesi gereklidir. Ama bunun da ötesini söyleyelim, Osmanlı Devleti, dünya düzeni, nizam-ı alem bakımından unutmamak gerekir ki, bir III. Roma’dır. Sizce bu çok iddialı bir kavram mıdır? Bence kesinlikle hayır. Devletler Umumî Hukukundaki bilinen “halefiyet prensibi”, yani “ardıllık ilkesi” bakımından doğrudur, çünkü II. Roma Fatih tarafından sonlandırılmıştır, devlet sistematiği devamlılık üzerine kuruludur. Fethin ardından Fatih Sultan Mehmet, kendine resmi unvan olarak "Kayser-i Rum" unvanını almış ve ömrü boyunca bu unvanı kullanmıştır. Fetihten itibaren istisnasız her padişahın tuğrasında "El Muzaffer Daima" Roma İmparatorlarının da adının yanında "Semper Victoria", dan "Daima Muzaffer" ibaresinden gelmektedir. Roma tek bir devlettir, yönetim kolaylığı açısından iki ayrı yönetim bölgesine ayrılmış, başkenti bir dönem "Nuovo Roma" yani "Yeni Roma" şeklinde adlandırılan İstanbul’a taşınmış, batı bölgesi ise barbar kavimlerin işgaline uğramıştır. Doğu Roma; kendisinden hiçbir zaman "Doğu Roma" ya da "Bizans" gibi tabirlerle bahsetmemiştir. Kendinden daima "Roma İmparatorluğu" doğusu batısı olmadan, dümdüz, "Roma İmparatorluğu" olarak bahsetmiştir. (1)
Osmanlı Devleti, tıpkı I. Roma “Pax Romano” gibi; II. Roma “Pax Bizantino” gibi; III. Roma “Pax Ottomana”dur. Çok uluslu halkları bir araya getiren bir ‘Osmanlı Barışı’dır, bir barış iklimidir. Osmanlı Devleti, sömürgecilik ve kolonizasyonu hedeflemiş olan yayılmacı emperyalist bir imparatorluk değildir. Malum, “kolonizasyon” ya da “kolonicilik” kendi ülkesinden bağını koparmadan başka topraklara yerleşen bir topluluğun o bölgenin zenginliklerini kendi ülkesine aktarmasıdır. Çok uluslu bir devlet olarak Osmanlı Devleti, “devlet ebed müddet” şiarı çerçevesinde İslam ümmetini bir potada görme, Müslüman olmayan yurttaşlarını da ortak kültürel yapıdaki oluşturduğu “milli şuur” potasında görmeyi başarabilmiş ender ülkelerden biridir. Osmanlı Devleti ilelebet payidar olmayı hem Teba-yı Osmaniyenin “Ümmet” olarak; ayrıca “reaya”nın daha doğru bir ifadeyle gayrimüslimlerin de “Millet” olarak safların sıklaştırılmasını neredeyse zorunlu bir milli şuurda birleştirmiştir. Batılı yazarlar ve oryantalistlerin çokça, ifade ettikleri gibi Osmanlı Devleti bir imparatorluk değil, hele yayılmacı, sömürgeci, kolonici emperyalist bir devlet hiç değildir. Osmanlı Devleti’ne İmparatorluk denildiğinde, insanlığa karşı suçlar işlemiş olduğunu da peşinen kabul ediyorsunuz, demektir. Unutmayalım. Osmanlı devletinin tarihî ve meşrû adı “Devlet-i Âliyye”dir. Osmanlı Devleti batılı diğer yayılmacı emperyalist imparatorluklar gibi hiçbir ulusun, ne dilini, ne dinini, ne de hukuk sistemini değiştirmiştir. Yayılmacı, sömürgeci emperyalist devletler, işgal ve istila ettikleri topraklarda kendi dillerini, misyonerler vasıtasıyla kendi dinlerini ve de silah zoruyla kendi hukuk sistemlerini egemen kılmışlardır. Osmanlı Devleti Fransız, İngiliz ve Alman İmparatorlukları ile Hollanda, Belçika, İspanya, Portekiz Devletleri gibi ekonomik sömürü amacıyla kurulmamıştır. Osmanlı Devleti kendine özgü kuralları olan siyasî ve vakıf sistemi ile bütünleşmiş sosyal bir örgütlenme sistematiğidir. Osmanlının hükümran olduğu topraklarda gerek ümmetin gerekse gayrimüslimlerin temel birliği kültür birliğidir. Genel ilke “OSMANLI ÜMMET VE MİLLETLER TOPLULUĞU” prensibidir. Burada kültürden kastedilen bilgiler yığını değildir, İbn-i Haldun’un ifade ettiği gibi bir asabiyet sistematiğidir. Bir başka ifadeyle İbn-i Haldun’un deyimiyle köye, mezraya kadar ulaşan büyük bir asabi damarlanma yaygısıdır. Kültür, sosyal değerleri davranışları, tutumları ve toplumsal örgütlenme şekillerini kapsar. Ümmet birliğinin en kuvvetli bağı kültür ortaklığıdır, kuşkusuz, ümmet kültürünün temelinde yatan kuvvet İslâmiyet’tir. İslam, halen Araplarla Türkleri ve bu dini paylaşan milyonlarca diğer insanları birbirlerine yaklaştıran ve kültür alanında aralarında bir birlik yaratan yegâne kuvvettir. Fakat İslamiyet’i yalnız dar anlamda bir din olarak görmek ve o şekilde ele almak, Batının din görüşünü aynen kabullenmek olur. Aynı zamanda ve İslamiyet’i de Batının gözü ile değerlendirmek gibi temelsiz ve tehlikeli bir sonuca da götürür. “Osmanlı Devleti” yerine, “Osmanlı İmparatorluğu” demek, tek amacı Hıristiyanlığı yaymak olan oryantalist ve misyoner kelime dağarcığı ile konuşmak demektir. Oryantalizm, “Oksidantalizm”’in zıttı bir görüştür, şarkiyatçılık değildir. Oryantalizm, Batı gözlüğü ve değerleriyle doğuya, oksidantalizm de doğu paradigmasıyla batıya bakmaktır. Başka bir deyimle İslamiyet’i Batı gözü ile görmek onu Hıristiyanlığın bir benzeri din haline sokmak demektir. Bu da hem İslamiyet’in ruhuna hem de tarihine ve sosyal yapısına taban tabana zıttır, karşıttır. İslamiyet bir dindir, fakat aynı terim özel bir toplum yapısını, özel kültür değerlerini kendine has özellikleri olan siyasi ve sosyal örgütleri ve tarihi ifade etmektedir. Osmanlı Devleti’nin tesis etmiş olduğu asabiyet kültür denildiği zaman bu terimden yalnız Osmanlı ümmetinin dini anlaşılmaz. Bundan belirli bir örgütleşme şekli, bir sosyal yaşayış tarzı ve belirli değerler silsilesi anlaşılır.
Osmanlı Devleti II. Meşrutiyetin ilanından sonra hızlı bir dağılma süreci içerisine girmiştir. Bu dağılma sürecinin hızlanmasında kuşkusuz ‘oksidantalizm’in etkisi büyük olmuştur. Osmanlıdan günümüze kadar ayrılıkçılığın köken ve sistematiğine bakıldığında oksidantalizm birinci derecede etkili olmuştur da denilenebilir. Bunlardan en önemlisi de Arap ayrılıkçı örgütlerinin gerek teşkil ve gerekse Osmanlı devletine karşı girişmiş oldukları ayrılıkçı hareketlerindeki tavırları olmuştur. Bu örgütler görünürde yasal olarak kurulmuşlar, beyanname ve programlarında halka faydalı örgütler olduklarını açıklamışlardır. Bunlardan bir kısmı bilimsel, sosyal; diğer bir kısmı sistemden talep kâr olduklarını ifade eden kuruluşlar olduklarını ortaya koymuşlardır. Her şeyden önemlisi de görünür amaçlarının Araplığın ve Arap gençliğinin refahına ve ilerlemesine çalışmak olarak belirlenmiştir. Şüphesiz Osmanlı Hükümeti de kendi tebaasından, ümmetinden olan kendi saadetlerine çalışmak isteyen kurum ve kuruluşları birer sivil inisiyatif olarak görmüş çalışmalarına izin vermiştir. Ama asıl cürüm aldatanlarda, kapalı kapılar arkasında günahsız insanları, gençliği ve niyeti ayrılıkçılığa sevk eden kökü dışarıda oksidantalizm elemanları olmuştur. Bu açılımın günümüz yansıması, “Soros-Kızıl Soros Kavala-FETÖ” üçlemesidir. Macar asıllı ABD'li finansör George Soros tarafından 1984 yılında Macaristan'da kurulan “Açık Toplum Enstitüsü̈” (ATE, Open Society Institute) / Vakıflarıdır. 120'den fazla ülkede faaliyet gösteren ATE, bazı ülkelerde de temsilcilik düzeyinde yapılanmıştır. Bu bağlamda Türkiye’de 2001 yılında Açık Toplum Enstitüsü̈ Temsilciliği ile faaliyetlerine başlanmış, 19 Haziran 2008 tarihinde ise Açık Toplum Vakfı kurulmuştur. (2) Birinci Dünya Savaşında 4’üncü Ordu Kumandanı Cemal Paşa aynı mantalite ile karşılaşmış ve amansız bir mücadele vermiştir. Bir dizi idam cezasıyla sonuçlanan Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi yargılamaları Büyük Savaş içerisinde gerçekleştirilmiştir. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, daha sonradan yargılanan ayrılıkçılar genel afla affedilmiş, bu konudaki çabalar Cemal Paşa’nın suçlanmasına kadar götürülmüştür. Bu ve benzeri suçlamalar karşısında Cemal Paşa “Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi Rüyet Olunan Mesele-yi Siyasiye Hakkında Bazı İzahat” başlıklı bir kitap hazırlatmak zorunda kalmıştır. Cemal Paşa’nın Hatıralarında ‘Kırmızı Kitap’ diye de adlandırılan bu belge derlemesi Arap ayrılıkçıların işbirlikçi karakterini de açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde George Soros'un siyasi iktidarı değiştirmeyi amaçladıkları ülkelerde sokak aktivizmi konusunda direniş̧ hareketinin öncüsü “Otpor” ve buna benzer grupları aktif olarak Cemal Paşa’nın önemle belirttiği Fransa ve İngiltere tarafından açıkça desteklenen görünürde yerinden yönetimi (desentralizasyon) hedefleyen ayrılıkçı örgütler ‘El La Merkeziye’ ve ‘El-İha ül Arabi’ neredeyse birebir örtüşmektedir. Günümüzde benzer şekilde Sırbistan, Malezya, Venezuela, Gürcistan ile Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerdeki ayrılıkçı ve iç savaşa yol açan hareketlerin Açık Toplum Vakfı kanalıyla George Soros tarafından fonlanmıştır.
Unutmamak gerekir ki “Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi”nde derinlemesine incelenen, mahkeme oturumlarında irdelenen ve tutanaklarda betimlenen konular bir “kavmiyet” meselesi değil, bir ulusun ilerlemesine ait yüce konular hiç değil, doğrudan bir hıyanet meselesidir. (3) İşte sevgili okurlar, bundan 106 yıl önce Birinci Dünya Savaşı içerisinde Kırmızı Kitapta bugünler için çıkarımlarda bulunulacak tarzda aşağıdaki biçimde betimlenmektedir:
“Bu meseleye yanlış olarak Araplık veya Arap İhtilali ismi verilmemelidir. Buna umumi olarak hükümete, hususi olarak bütün Arap kavmine hıyanet ismini verebiliriz. Filhakika bugün vatana yapmış oldukları hainliğin cezasını gören bu adamlar hariçte Araplığın necib ismine leke sürmüşler, bugün harp ettiğimiz hükümetlerin rüesa-yı siyasiyesi nezdinde Arap milletinin ruhsuz olduğu ve herhangi ecnebi bir istilayı derhal kabul edeceği zannını uyandırmışlar. Mesela Mısır’da bulunan Fransız memur-ı siyasisi diyor ki” şayet Suriye birgün ecnebi himayesi altına girecek ise Suriyeli Hıristiyanlar hemen müttefikan bu himayenin Fransa himayesi olmasını arzu edeceklerdir. Müslümanlar arasında ise gayet müteneffiz bir kısım İngiltere himayesini tercih, bir diğer kısmı da Fransa himayesini kabul edip mütebakisi kendilerinin gıyabında tekarrür edecek herhangi bir himayeye lakaydane kabul ederler… Kendilerini bütün kavm-i Arab’ın mümessili olmak üzere gösteren insanlar hakikatte bir takım iğrenç menfaatlerin mümessili idiler. Ve bugün nihayet hakikati tamamıyla anlayan evlad-ı Arab’dan bir kısmının zevahire inanmaktan başka bir günahı yoktur.” (4)
Açıkça görülmektedir ki, uluslararası spekülatör George Soros'un, Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye'deki temsilciliği üzerinden Gezi kalkışmasının örgütlendirilmesi, bu kapsamda özellikle Taksim Platformu, Taksim Dayanışması üzerinden tüm uluslararası girişimlerin kurulması ve propaganda amaçlı ve kalkışmanın danışmanı Kavala’nın, Anadolu Kültür AŞ'nın bağlantıları konusundaki ‘Gezi Kalkışması Mahkemeleri’nin Birinci Dünya Savaşında Suriye’de kurulan “Sıkıyönetim Mahkemeleri”yle açıkça örtüşmekte olduğu görülmektedir. Gezi Parkı odaklı eylemleri önlemek için güvenlik önlemleri alan 61. Hükümete yönelik uluslararası tepkilerin yoğunlaşması için sacayağının üçüncü bacağını FETÖ/PDY oluşturmuştur. FETÖ'nün elebaşı Fetullah Gülen'in, ABD’de ikamet etmesi için gerekli olan Yeşil Kart (Green Card) alması amacıyla mahkemeye sunulan tavsiye mektuplarında, eski CIA yöneticisi Graham Fuller, eski ABD'nin Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz'in imzalarının olması ve örgüt elebaşının bu belgeler ile ABD'de oturum izni alması sonrası hazırlıkların ABD genelinde yapılmasına da olanak sağlamıştır.
Bütün bunlardan sonra sakın "İhanetin belgesi olur mu" demeyiniz, sevgili okurlar. Bal gibi olur, “Soros-Kızıl Soros Kavala-FETÖ” bu işin sahadaki eylemsel gücüdür. ‘Gezi Kalkışması Mahkemeleri’nin tutanakları bol miktarda ihanet belgeleriyle dopdoludur. Büyük resme ihanet belgeleri üzerinden bakıldığında ise ‘Türkiyelilik’(?) üst kimliği ile “Federasyon” ya da “Konfederasyon” çatısı altında masumane kültürel özgürlükleri garanti eden bir projenin dayatıldığı açık seçik görülmektedir, haberiniz olsun.
Sağlık, huzur ve güzelliklerle dolu nice bayramlar dilerim.
Dipnotlar
(2) Muhammed Enes Can, Gezi kalkışmasında 'Kavala, Alaton ve Soros' bağlantısı, 11.04.2020; https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/gezi-kalkismasinda-kavala-alaton-ve-soros-baglantisi-/1801135/Erişim Tarihi 01.05.2022/
(3) “Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi Rüyet Olunan Mesele-yi Siyasiye Hakkında Bazı İzahat”, 1. Baskı, Tanin Matbaası, İstanbul, 1916; Ayşe H. Aydın (Derleyen), Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi, 2. Baskı, Arba Yayınları: 58, Tarih—Anı: 20, İstanbul, Temmuz 1993, s. 12.
(4) Aliye-yi Divan-ı Harb-i Örfisi, age, s.13