Ortaya konulan sandık ve -rengi n’olursa olsun- oy pusulasının içine atılması o ülkede seçimlerin var olduğunu gösterebilir mi? Kuşkusuz göstermez. Her şeyden öte, en azından seçimlerin âdil gözetim ve denetim altında yapılması gerekir. Türkiye dahil bazı ülkelerde seçimler bağımsız ve tarafsız yargı gözetiminde, ABD gibi bazı ülkelerde ise seçimler kamu idaresinin gözetiminde yapılır. Ayrıca, seçimlerde BM gözlemcilerinin de denetim görevlerini yerine getirmesi arzu edilir. Sadece bu kadar mı? Tabii ki değil. Seçimlerde sivil inisiyatif de boy gösterir. İnsan Hakları Derneği (İHD), Eşit Haklar İçin İzleme Derneği (ESHİD)gibi. Aranılan şey o ülkede demokratik seçimlerin var olup olmadığının saptanmasıdır. Yapılması gereken tarafsız ve bağımsız bir gözle seçim gözlemi yapmaktır. Durum böyle olmakla birlikte seçimleri takip eden sivil toplum örgütleri arasında muzır faaliyet yapanı da yok değildir. Bu işin içerisine derinlemesine girildiğinde hayretler içerisinde bazı durumlarla da karşı karşıya kalınabilir. Ancak STK’lar genelde yararlıdırlar. Seçim gözlemi, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarının geliştirilmesi ve demokratik seçimlerin geliştirilmesine katkı sunmak amacıyla seçimlerin demokratik bir ortamda gerçekleşmesi, tüm yurttaşların seçme ve seçilme hakkından eşit fırsatlarla yararlanabilmesi içindir. Peki, o halde nedir demokratik seçim? Eşit siyasî haklara sahip seçmenlerle, aynı hukukî statüye sahip partilerin âdil ve özgür koşullar altında yarışmacı bir seçimdir, demokratik seçim. Durum bu değilse, yapılan seçim değil, göstermelik bir seçimdir, hani deyim yerindeyse bir seçim tiyatrosudur. Demokratik seçimler yarışmacı olmak zorundadır. Yönetime talip olanlar hem bireysel hem de parti düzeyinde eşit ve demokratik ortamda yarışırlar. Siyasal parti programını uygulamak ve üyelerini iktidara getirmek amacıyla yürütmenin, hükümetin kontrolünü sağlamaya çalışan organize bir insan topluluğudur. (1) Siyasal partisiz, çağdaş yarışmacı bir siyasal hayat düşünülebilir mi? Tabii ki düşünülemez. Şüphesiz, siyasi partiler birbirlerinin rakipleridir. Birbirlerine karşı üstünlük elde etmek için çalışırlar. Bunun anlamı her partinin kuramsal olarak yerel ve ulusal ölçekte iktidara gelme umudu ve şansıyla seçime gitmeleridir. Demokratik bir yönetim seklinin olmazsa olmaz özelliklerinden birisi de siyaset bilimi literatüründe yer alan "hesap verme yükümlülüğü" (accountability) dür. Bu olmaz ise o toplumda sorumsuzluk, layüsellik egemen olur. Hikmetinden sual edilemeyenler, kendisinden hesap sorulmayan ya da sorulamayanlar biteviye kaosa neden olurlar. Tehlikeli bir durumdur. Bütün bunların sonucunda ulaşılması elzem olan yer meşruiyet ve meşruiyet çizgisidir. Demokrasi bir oyundur bir oyun kuramıdır. Demokrasi oyunsa, seçimler bu oyunun arenasıdır. Futbol gibi, voleybol gibi, basketbol gibidir. Oyunun ortasında kurallar reddedilemez, değiştirilemez. Ayrıca oyunun sonunda kuralların somut sonuçlarını tanımama yoluna da gidilemez. Seçim Kanununda kuralları yazılıdır, en başından kabul edilir ve oynanabilir. Seçim sırasında, sonuçlar açıklanıncaya kadar ne kural değiştirilebilir ne de oyuncu. Demokrasinin genel kuralı seçimle gelenin seçimle gitmesidir. Bu yüzden, mahallî ve ulusal seviyede kamusal karar alma yetkisine sandıktan çıkan sahiptir. (2) Ancak kazanılan meşruiyet bu şekilde korunabilir.
Şimdi bütün bu betimlemeler ve kuramsal çerçeveden sonra bir türlü yapılamayan bir türlü rayına oturtulamayan Libya’daki seçimleri, Libya’da kurgulanan oyunu ve geleceğini irdeleyelim.
Bir kere Libya'da her bir şeyden önemlisi sorulması gereken, 24 Aralık 2021 tarihinde yapılması mümkün olamayan seçimlerin ertelenmesi meselesidir. Bu durumda soru hazır. Şimdi sormak lâzım değil mi? N’oldu, nasıl oldu da 42 yıldır yapılamayan seçimler neden ertelendi? Kısaca söylemek gerekirse moda deyimle teknik nedenlerden. Teknik sözcüğü birçok şeyi örtüyor ama asıl neden kapalı kapılar arkasında özel bir kurgulama nedenlerinden dolayı diyelim. Hayır, geçiştirmedim. Bu durumu inceden inceye anlatmaya çalışacağım. Konuya girmeden önce şu çıplak gerçeği büyük harflerle ifade edelim. Arap ülkelerine nazaran entellektüelitenin yüksek düzeyde olduğu Libya’da bunca acı ve yaşanmışlıktan sonra bir şey iyice anlaşılmış durumdadır. Nedir o? AB(D)’nin ajite ettiği 2011 yılından bu yana devam eden iç savaş sonrasında yaşanılan krizin artık askerî yöntemlerde çözülemeyeceğinin kafalara dank etmiş olmasıdır. Herkes tarafından kabul gören bir gerçektir ki, Türkiye'nin devreye girmesiyle Hafter'in Trablus güneyindeki askerî yenilgisi bu işin miladı olmuştur. Bir başka deyişle, ortaya çıkan yeni durum Türkiye'nin meşru hükümeti gerektiği şekilde ve meşru zeminde desteklemesi mevcut siyasi çözümün de önünü açmıştır. Bunun dışında Libya’daki Türkiye mevcudiyeti Libya’nın demokratik sistematiğe evrilmesinde güven tesis etmiş ve seçmenlerin demokratik katılım sürecine katılma sürecini de hızlandırmıştır. %98'i çöl olan Libya'da nüfusun %63'ü Libya'nın batısında Trablus bölgesinde, %28'i doğuda ve %9'u güneyde yaşamaktadır. Hafter, Libya'nın doğusunda ve güneyinde daha geniş bir alanı yönetse de Hafter’e muhalif nüfusun çoğunluğu Batıda yoğunlaşmaktadır. Ülkenin doğu ve güneyinde nüfusun neredeyse yarısının Hafter'e karşı da olduğu dikkate alınırsa adil ve şeffaf bir siyasi seçim yapılması halinde Hafter'in kazanması olasılı görünmemektedir. Bu durumda sözde demokrasi görüntüsü altında Hafter’in iş başına getirilmesi için bir stüdyo projesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu arada söyleyelim, Türkiye’nin katkısıyla ertelenen 24 Aralık seçimlerinde kentlerde yoğunlaşan 2,8 milyon kişinin seçmen kaydı yaptırması önemli bir başarı olmuştur. Yaşanılan “İç Savaş” tam olarak sona ermeden yapılan bir önceki seçimlerde seçmen kaydının tam olarak tecelli ettiğini söylemek ise kuşkusuz zordur. Örneğin, mevcut Temsilciler Meclisi'ne yönelik 2014 yılı seçimlerinde oy kullanım oranı sadece ve sadece %18 olmuştur. Merkezden uzak bazı şehirlerde 30-40, bazılarında birkaç yüz oy alanlar bile vekil olabilmişlerdir. (3) İşte bu nedenle Libya’da demokratik meşruluk bugüne kadar hep tartışılagelmiştir. Türkiye’nin desteğiyle 2,8 milyon kişinin seçmen kaydı yaptırmış olması gerçekten de büyük başarıdır ve başta anayasa hazırlanması, referandum sonrası sırasıyla icra edilecek parlamento ve yerel seçimler sonrası demokratik kurumsallaşma yeni demokratik süreçte bitmek tükenmek bilmeyen Libya'daki meşruiyet tartışmalarını giderebileceği düşünülmektedir.
İç Savaştan sonra Hafter’in bir oldu bitti ile işbaşına getirilmesi mümkün müdür? Bu amaçla bir kurgulamanın olduğu açık seçik seçilebilmektedir. Bunun çıkış noktası ise Anayasa yapılıp halkoylamasına gidilmeden Hafter’in bastırmasıyla öncelikte ‘Seçim Yasası’nın yapılmış olması, daha doğrusu Temsilciler Meclisinin bu iş için kullanılmış olmasıdır. Bir başka deyişle Hafter'in Temsilciler Meclisinin sayısal denetimi elindeyken, usulsüz bir şekilde Temsilciler Meclis’ni toplattırıp, Seçim Kanunu çıkarttırmış olması bu kurgulamanın başlangıcını teşkil etmiştir. Aslında çıplak gözle bakıldığında Hafter dürüst seçimlerin 'olmaması' yönündeki arzusunu seçim 'istermiş' gibi göstermesi bile kurgulanmıştır. Bu algı Hafter’in Devlet Başkanı seçilmesine odaklanmasıyla birlikte gerek Libya gerekse dünya kamuoyunda Hafter’in seçimden yana görünmesi algısına hizmet ettiği de açık seçik anlaşılmaktadır. Bakıldığında Temsilciler Meclisi, “Libya Siyasi Antlaşması”na göre Libya Devlet Yüksek Konseyi ile yasama işlevini yürütmesi gerekirken tek taraflı bir süreç yürütmeyi yeğlemiştir. Bu da AB(D) güdümündeki Hafter’in oyun kurucu rolünü göstermektedir. Oyun öyle profesyonelce kurgulanmıştır ki, ortada bir Anayasa veya yürütmeyi denetleyecek bir Meclis olmadan Hafter’in Devlet Başkanı seçilmesi mümkün olabileceğini göstermektedir. O kadar ki, plan kurgulandığı gibi uygulandığında Hafter’in daha doğrusu AB(D) tüm istemlerini karşılayabileceğini sağlamaktadır. Bu durum aşikâr bir biçimde belli olduğuna göre tekrardan en başa gelinmesi nasıl sağlanabilecektir. Gerçekten de zor. Ortada Libya Anayasası olmayınca çıkarıldığı iddia edilen Seçim Yasasının ortadan kaldırılması da mevcut olmayan sisteme göre tekrardan en başa gelinmesini son derece zor olabileceği dikte ettirmektedir.
Bir başka dayatma ise Hafter’in ABD yurttaşı olması meselesidir. Hatta öyle ki Hafter’in her seviyede Libya’da yaşanılacak ve yaşattırılacak çözümsüzlüğün sorunsalı olarak seçilmiş ve Libya’ya gönderilmiş olmasıdır. Tıpkı ABD vatandaşı Athenagoras’ın Fener Rum Patriği dayatması gibi. ABD, CHP iktidarı döneminde 1948 yılında vatandaşı Athenagoras’ı Başkan Truman’ın özel uçağı “Number One” ile Türkiye’ye yollamış ve onun Fener Rum Patriği seçilmesini istemiştir. Doğrudan dayatmıştır. Nedeni? Nedeni açıktır. Çünkü “Patriğin Türk vatandaşları arasından seçilmesi gerektiği kuralı” ortaya bir engel olarak çıkmıştır. Athenagoras’ın, Yanya doğumlu olması, onun doğduğu dönemde Yanya’nın Osmanlı Devleti sınırlara içinde olması temel alınarak Türk vatandaşlığına geçirilmiştir. Daha sonra da Athenagoras, Fener Rum Patriği olmuştur. (4) Doğrusu Türk bürokrasisi bu sorunu etliye sütlüye karışmadan çözme becerisi göstermiştir.
Gelelim Hafter’in mevcut durumuna. Hafter’in Devlet Başkanlığına aday olabilmesi için "Mareşal" rütbesi ile mevcut "görevi"nden istifa etmesi gerekmektedir. Bu durum normal bir Libya vatandaşı için geçerlidir. Diğer bir durum ise Hafter' in de aynı Patrik Athenagoras gibi ABD vatandaşı olması meselesinin kitabına uydurulmasıdır. Libya Seçim Yasası’na göre çifte vatandaş olanların seçimlerde aday olmasına engel olduğu bir ortamda yani Hafter’in Amerikan vatandaşlığına karşın Libya başkanlık koltuğuna talip olması bir başka ilginç durumu da dikte ettirmektedir.
Bütün bunlardan sonra, yasamanın bir kısmını teşkil eden Trablus Merkezli Yüksek Devlet Konseyi Başkanı Halid Mışri, seçimlerin gerekliliğini vurguladıktan, duygusal bir şekilde bir seri kanunsuzluğu da sıraladıktan sonra Hafter gibi savaş suçlularının başkanlık makamına oturmasını kabul etmeyeceklerini ilan etmesi bu iklimde gerçekleşmiştir. Mışri konuşmasının sonunda da seçim boykotu çağrısı yapmıştır. İşte efendim, Libya’daki seçimin ve meşruiyetin parametrelerini bilmem tam olarak kavrayabildik mi, sevgili okurlar. Şimdi kalkıp ya işte durum böyle, diyebilir misiniz?
Dipnotlar
(1) Bülent Daver, Siyaset Bilimine Giriş, 4.B., Ankara, 1976, s. 223
(2) Atilla Yayla, “Seçimler ve demokratik meşruiyet” Yeni Şafak Gazetesi, 29 Mart 2014 ; https://www.yenisafak.com/yazarlar/atilla-yayla/secimler-ve-demokratik-meruiyet-51041/Erişim Tarihi13.02.2022/
(3) Murat Aslan, Libya’da Neler Oluyor? Sabah Gazetesi, 15 Ocak 2022; https://www.sabah.com.tr/yazarlar/perspektif/murat-aslan/2022/01/15/libyada-neler-oluyor /Erişim Tarihi13.02.2022/
(4) Ahmet Hikmet Eroğlu, “Heybeliada Dayatması Niye?”, Türk Yurdu Dergisi, Mayıs 2009 - Yıl 98 - Sayı 261, s.1