Oldum olası sevmişimdir, uluslararası ilişkiler ve uluslararası politik ekonomi (UPE) alanındaki en eski paradigmalardan biri olan realizmi. Bu kuram, ismi üstünde realisttir, gerçekçidir. Doğrudan millî güç unsurlarını kullanır. Kendi millî gücünü kullanarak, başarılamayacak hayali hedeflerden kaçınır ve işin doğrusu ayağını yorganına göre uzatır. Yere sağlam basar, büyük bir özgüvenle meydan okumalara gerekli yanıt anında verilir, verilmesi de gerekir. Bu perspektif bir devlet politikası olarak seçilmişse yurttaşın da elini rahatlatır. Realizm, II. Dünya Savaşı'ndan bu yana uluslararası ilişkiler kuramına egemen olmuştur. Malum realizme göre, güç politikaları ve ulusal çıkarları savunma konusunda devletin üstünde hiçbir şey kabul edilmez. Gerçekten de realizm ve neo-realizm, yapısal gücü bir devletin sahip olduğu toplam yetenek miktarı olarak ifade edilir, böyle de kavramsallaştırılır. Her şeyden önce politik, ekonomik ve sosyokültürel açılardan birliği simgeler, XX. yüzyılın ve günümüzün küresel savaşları gibi gerçekçi bir paradigmayı simgeler. Realist paradigma, uluslararası politika, ekonomi ve hukuk gibi alanlardan farklılık gösteren özerk bir alandır. (1) Temel alınan devletlerin askeri-politik gücü ve çıkarlarıdır. Malum, ulusal çıkarlar, güç bakış açısıyla değerlendirilir. Devletlerin amacı güçlerini artırmak eline geçerliliği olan kabul gören bir kart alabilmektir. Ortaya konulanların önünün ve arkasının kesin çizgilerle belirginleştirilmesidir. Çünkü ortaya konulanlar asla ödün verilemeyecek olan kırmızı çizgidir. Bu yüzden yapılan eylemler bu çerçevede bir anlam ifade eder. Alana dönük bu tür eylemlerin en ayırt edici parametresi “Kararlılık Gösterisi (Display Determination)’dir. Aynı zamanda bir NATO terminolojisi de olan bu ifade gerçekten anlamlıdır. Neden? Çünkü tuttuğun yer ve duruş konusunda kararlılığı ve caydırıcılığı gösterir. Akıllarda kalsın diye söylüyorum. Örnek mi istiyorsunuz, işte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 20 Temmuz 2021 tarihinde neredeyse tam kadro yapacağı ‘Kıbrıs Çıkartması’dır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs Çıkartmasındaki Kararlılık Gösterisi parametrelerini açık ve net olarak, iki ay önce ortaya koymuştur. Bu değişken ve değiştirgenlerin en önemlisi kendi elindekilere güvenmek ve dayanmaktır. Bu önemli parametreyi ‘Kütüphane Söyleşileri'nin ikincisinde 18 Mayıs 2021 tarihinde Millet Kütüphanesi'nde gençlerle bir araya gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle ifade etmiştir:
"Bizim için Türkiye 780 bin kilometrekare değildir, bizim için her yer Türkiye'dir. Onun için de buralarda attığımız adımlar, Filistin'de de Kıbrıs'ta da Doğu Akdeniz'de de aynı şekilde Irak'ta da hep bunun içindir. Eğer bize bu soruları o soran zevat, muhalefet şu anda iktidarda olsaydı bizim Doğu Akdeniz'de halimiz haraptı. Biz Kıbrıs'ın çevresindeki bütün o haklarımız noktasında hiçbir şeyi hak edinemezdik. Bunlar bir tane sismik araştırma gemisi alamadılar, bir tane sondaj gemisi alamadılar. Ama biz sondaj gemilerini aldık, sismik araştırma gemilerini aldık, şu anda bizim 5 tane bu şekilde gemimiz var ve kimseye muhtaç değiliz."
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türk askerinin postallarının altındaki toprak parçasını Türkiye olarak ifade etmesi ülkü birliğini de ifade etmektedir. Elde mevcut güç olarak 2 sismik araştırma gemisi ile 3 sondaj gemisinin yetileri de ortaya konulmuştur. Diğer önemli bir husus da yol haritasının, sadece o güne özgü olarak hemen 20 Temmuz öncesinde kamuoyuyla paylaşılmamış olmasıdır. Bu durum bir kararlılık gösterisi olarak iki ay öncesinden ifade edilmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlılık sözlerini şöyle sürdürmüştür:
“İnşallah 20 Temmuz'da ben Kıbrıs'ta olacağım ve Kuzey Kıbrıs'tan gerekli mesajları tüm dünyaya inşallah oradan vereceğim ve onun için Kuzey Kıbrıs'ta olacağım. Çünkü Kuzey Kıbrıs'ta bizim bulunmamız, Kuzey Kıbrıs'tan bizim vereceğimiz mesajlar sadece adayı değil tüm dünyayı ilgilendiriyor ve eğer siz bu kararlılığınızı göstermezseniz, bu duruşunuzu ortaya koyamazsanız, kimse sizi adam yerine koymaz." (2)
Yukarıda da ifade edildiği gibi bütün mesele elinize kart alabilmek, ama kaile alınır bir duruş sergileme meselesidir. Bu bir meydan okuma değildir. Aksine gelebilecek tüm salvolara karşı özgül ağırlığınızın yeterli olmasının gösterilmesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önemle vurguladığı gibi, kararlılık gösterisinin arkasında, kendinize ait güçlerle önce ortaya koyabilme daha sonra da dayanabilme becerisinin ortaya konulmasıdır. Bu durum bir türküde belirtildiği gibi “Aslı yok yaylası”nda, “keklik” olmak değildir. ‘Aslı yok yaylası’nda bin beş yüz koyunum var benim...” demek ise hiç değildir. Bunun adı doğrudan doğruya millî güce dayanmak, bulut teknolojisinde kod alabilmek için birilerinin karşısında el pençe divan durmamaktır. Örneğin uçan bir bilgisayar olan F-35’lerin yazılımı millî olmadığı için bu uçağa pilotlarımızın tam olarak hâkim olamaması endişe ve kaygısıdır. Yani bulut teknolojisine sahip bütün parola sistemini elinde tutan ABD’nin, sizi istediği zaman uçurup, istemediği zaman engelleyebileceği savıdır. Bu durum nihayet Türk toplumu tarafından da anlaşılabilmektedir. En iyi çözüm, F-35’e verilecek parayla kendi muharip uçağımızı yapabilmektir. Kıvançla ifade edilmektedir ki, Türkiye bu yola girmiştir. İkinci önemli husus, olası bir saldırıya karşı millî duruşu gösterebilmek ve dikkate alınmak meselesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu veciz bir şekilde aşağıdaki şekilde ortaya koymaktadır:
“Şimdi havaalanı olarak iki tane havaalanı var Kıbrıs'ta; birisi işte Türkiye’de tüm vatandaşlarımın bildiği Ercan, birisi de tabii daha önce orada bulunan, ama biz orayı da şimdi bir değişikliğe sevk etmek suretiyle yeni bir isimle ve daha çok SİHA'larımızın ve İHA'larımızın yer aldığı alan. Bunları niye acaba bu denli hareketlendiriyoruz, sebep? Bölgede olabilecek herhangi bir saldırıda güçlü olmamız lazım. Güçlü olmak için de havada, karada, denizde her şeyinle var olacaksın. Peki, var mıyız? Evet, varız. Kaldı ki hepsini koy bir kenara, biz zaten şuradan hemen Anamur’dan, Mersin’den uçaklarımızı kaldırdığımız zaman, Adana’dan kaldırdığımız zaman, uçaklarımız anında nerede? Oradalar. Yani bizim için zaman mefhumu burada zaten yok. Bütün mesele nedir? Siz yere sağlam basacaksınız, özgüveniniz olacak. Türkiye olarak biz varız. "
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının bu bölümünde büyücek bir uçak gemisi büyüklüğündeki Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ‘ndeki Lefkoşe’nin 40 km. doğusunda Doğu Akdeniz’e hâkim ‘Geçitkale Askeri Havaalanı’nın, SİHA / İHA Daimî Hava Üssü haline getirilerek, olası saldırılara karşı anında müdahale edilebilineceğini kararlı bir biçimde ortaya koymuştur. Şimdi bütün mesele ortaya konulanın arkasında kararlılıkla durabilmektir. Yapılması gereken Türkiye Cumhuriyeti’nin 20 Temmuz 2021 tarihinde Kıbrıs Barış Harekatının 47’nci Yıldönümünde bu kararlılığı göstermesidir. Millî duruşun gereği de budur.
Kıbrıs ihtilafının çözümünde hem Türkiye Cumhuriyeti hem de KKTC bir planlama rehberi (planning guide) kapsamında yapılması gereken hukuk tabanlı hemen her şeyi yapmış, kamuoyunda kabul gören her şeyi yerine getirmiştir. Anımsayalım, 2004 referandum sürecinde Kıbrıs Türk halkı AB normlarının hayatın her alanında egemen olması ve sivil toplumun söz sahibi olması için sadece elini değil, bütün vücudunu taşın altına koymuştur. Şimdi eğri oturup, doğru konuşalım, eğer Annan Planı Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRK) tarafından kabul edilmiş olsaydı, Maraş bölgesi bir vakıf arazisi olmasına karşın Rumların olacaktı. Çözümsüzlüğü bir çözüm olarak gören, sınır sorunu çözülmeksizin AB’ye kabul edilen GKRK, her ne pahasına olursa olsun Kıbrıs Barış Kuvvetlerinin adadan ayrılmasını, Türkiye’nin KKTC’nin fiili ve etkin garantör devlet statüsünün sona erdirilmesi için Yunanistan ile birlikte AB ve BM nezdinde büyük bir uğraş vermektedirler. Tatar’a karşı kaybeden, bir önceki seçimde yüzde 37 oyla Cumhurbaşkanı seçilen Mustafa Akıncı adeta Nikos Anastasiadis’in doğal bir müttefiki gibi davranarak hemen her vesileyle Türkiye’nin KKTC’yi tıpkı Hatay gibi ilhak edeceğini dillendirmektedir. Hatta daha da ileri giderek son seçimde yüzde %51,74 oy oranı ile seçilen “Tatar Ankara’nın papağanıdır” diyerek ukala bir tavır da sergilemiştir. Bilinen bir gerçektir ki, şimdiye kadar köprülerin altından çok sular akmış, mevcut statüko egemen eşitliğe ve adadaki iki devletin iş birliğine dayalı bir anlaşma zemini geri dönülemeyecek bir şekilde Türk tarafı tarafından benimsenmiştir. Kıbrıs'ta barış ve bölgesel istikrar için iki devletli çözüm olmazsa olmaz (a sine qua non) konumundadır. Türkiye’ye 40 mil mesafede bulunan sahil olarak iki taraflı uzunluğuyla Karpas bölgesinin elde bulundurulması KKTC’ye Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) faydalanılmasında büyük yarar sağlamıştır. Malum uluslararası hukuka 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) ile giren MEB Doğu Akdeniz’deki ekonomik değerlerin paylaşılmasında büyük bir üstünlük sağlamaktadır.
27-29 Nisan 2021 tarihinde İsviçre'nin Cenevre kentinde BM Cenevre Ofisinde “5+1 formatı”nda gayri resmî Kıbrıs konulu konferansı yine Yunanistan ve GKRK’nin bilinen tavrı nedeniyle çözümsüzlükle sonuçlanmıştır. Ancak masadan kalkmadan önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Kıbrıs'ta kalıcı çözüm için aşağıda 6 maddeden oluşan öneriyi BM Genel Sekreteri Guterres'e sunmuştur:
“1- Genel Sekreter, Güvenlik Konseyi'nin iki tarafın eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararı kabul etmesi için inisiyatif alacaktır. Böyle bir karar, mevcut iki Devlet arasında iş birliğine dayalı bir ilişki kurulması için yeni bir temel oluşturacaktır.
2- Yukarıda belirtilen düzenlemeyle iki tarafın eşit uluslararası statüsü ve egemen eşitliği sağlandıktan sonra, BM Genel Sekreteri himayesinde karşılıklı olarak kabul edilebilir bir iş birliği anlaşması oluşturmak için sonuç odaklı ve belli bir zaman aralığına dayalı müzakerelere başlayacaklardır.
3- Müzakereler, iki bağımsız Devlet arasındaki gelecekteki ilişkilere, mülkiyet, güvenlik ve sınır düzenlemesinin yanı sıra AB ile ilişkilere odaklanacak.
4- Müzakereler, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin yanı sıra uygun olduğu hallerde, gözlemci olarak AB tarafından desteklenecektir.
5- Herhangi bir anlaşma bağlamında, iki Devlet karşılıklı olarak birbirini tanıyacak, üç Garantör Devlet bunu destekleyecektir.
6- Bu müzakereler sonucunda varılacak herhangi bir anlaşma, iki Devlette ayrı olarak eşzamanlı referandumlarda onaya sunulacaktır.” (3)
Son derece açık bir biçimde geleceğin bir planlaması, bir planlama rehberi BM Genel Sekreterinin önüne konulmuştur. Türk tarafının ortaya koymuş olduğu 6 parametre tamamen görüşmelerin nasıl başlaması gerektiği yönünde bir planlama rehberidir. Sadece bir farkla, toplantıya katılmadan önce, KKTC Cumhurbaşkanı Tatar “Cenevre'deki 5+1 görüşmelerine AB'nin gözlemci statüsüyle katılmasını onaylamayacağız” kararlılığına karşın toplantı sonrası “uygun olduğu hallerde, gözlemci olarak AB tarafından destekleneceği 6 madde içerisinde tadat edilmiştir. AB, KKTC'ye sözünü verdiği yeni tip koronavirüs (Kovid-19) aşılarının yalnızca üçte birini gönderdiği gibi, istenilen seviyelerde olmamasına karşın, KKTC için oluşturduğu finansal destek programlarına da katkı yapmaktadır. Açıkça görüldüğü gibi, bu dokümanda ne toprak tavizi ne de diğer konuların açık bir şekilde nasıl çözüleceğinden bahsedilmesi gibi bir şey bulunmamaktadır. Karşılıklı müzakerelerin yapılabilmesi için asgari koşullar ortaya konularak masadan o şekilde kalkılmıştır. Bu adeta geleceğe ait bir deklarasyondur. Masaya tekrar gelinebilmesi için tek taraflı bir iradî beyandır. Başlanılacağı yeri göstermesi bakımından önemli bir belgedir.
Bir başka konu ise adını İsviçre'nin ‘Crans-Montana’ kasabasında yapılan müzakerelerden alan ‘Crans-Montana Süreci’dir. 12 Ocak 2017 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Espen Barth Eide tarafından ve eski Cumhurbaşkanı Akıncı zamanında başlatılan görüşmelerdir. Crans-Montana’daki görüşmelerin açıklamaları, en yetkili ağız olan BM temsilcisi Eide tarafından yapılmıştır. Müzakareler sonucunda Kıbrıs'ta iki devletli bir federasyon kurulması hedeflenmekteydi. Ancak anlaşmazlık yaratan konu ise Ada'da yaklaşık 35 bin Türk askerinin konuşlandırılması olarak görülmüştür. (4) Oysa Kıbrıs Türk halkına göre Kıbrıs’a barış 1974 Barış Harekâtı ile gelmiştir.
Crans-Montana’da, yeni bir formatın deneneceği, kritik görüşmelerin, garantör ülkelerin katkılarıyla gerçekleşeceği toplantılara ev sahibi olacağı hararetli bir biçimde ortaya konulmuştur. Müzakereler, "Ekonomi", "Avrupa Birliği"?, "Mülkiyet"?, "Yönetim-Güç Paylaşımı"?, "Toprak" ile "Güvenlik ve Garantiler" olmak üzere 6 temel başlıktan oluşmaktaydı. Aslında bu toplantılara katılmayı hiç de istemeyen Rum tarafından alınan bilgilere göre, Crans-Montana’da iki olasılıktan biri gerçekleşebileceği öngörülmüştür:
“Birinci olasılık, Birleşik Federal Kıbrıs’ın, garantör ülkelerin katkılarıyla gerçekleştirilmesidir. Bu olasılık son derece zayıf bir ihtimal olarak görülmüştür. İkinci olasılık ise, ‘Kadife Ayrılık’ olarak ortaya konulmuştur. Bu durumda KKTC de isim değiştirerek, AB’ye farklı bir şekilde katılması ve diğer dünya devletleri tarafından tanınma sürecinin yeniden başlatılması gereklidir. İkinci olasılık gerçekten de realisttir. Zaten Anastasiyadis’i yeniden görüşmelere zorlayan dinamik, dış ülkelerin gösterdiği kırmızı kartlar uyarısı olmuştur. Anastasiyadis ve Rum tarafı artık, bu zamana oynama oyununun bittiğini gördükleri için, Crans-Montana’ya koşulsuz gitmeyi kabullenmişlerdir.” (5) Ancak Kıbrıs'ta kapsamlı çözüme ulaşılması hedefiyle İsviçre'nin Crans-Montana kentinde 10 gün süren Kıbrıs Konferansı Rum kesiminin olumsuz tutumu nedeniyle maalesef sonuçsuz kalmış ve dağılmıştır.
Bütün bu uzlaşılamayan müzakere sürecinden sonra, Kıbrıs’ta sürdürülebilir, kalıcı ve adil bir çözüm için Kıbrıs Türk halkının özünde var olan egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün tanınması, bu yolla Ada'daki iki mevcut Devlet arasında bir iş birliği ilişkisinin kurulmasından başkaca bir çözüm kalmamıştır. Diğer bir deyişle Türk tarafı tarafından ortaya konulan “Yol Haritası” bundan başkaca bir çözümün olamayacağını göstermektedir. Bir devletin tüm niteliklerine sahip olan Kıbrıs Türk tarafı, Kıbrıs Rum tarafının sahip olduğu ve şu anda kullanmakta olduğu aynı haklara ve statüye sahiptir. Bu süreç içerisinde, Kıbrıs’ta Rum tarafının Türk tarafına uygulamış olduğu insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle hiçbir şekilde bir araya gelemeyecek bir biçimde ayrışmış olduğu hem iki toplum hem de dünya kamuoyu tarafından benimsenmiştir. Öyle ki, iki halk arasında evlenmeler neredeyse sıfır mertebesindedir. Tırnak içinde Mustafa Akıncı’nın ABD yurttaşı Rum kökenli damadı hariç.
Kıbrıs adasında yaşamlarını sürdürmekte olan Türkler ve Rumlar gibi Hindu ve aynı ırka mensup Müslümanlar da iki farklı dine, kültüre, dile, felsefeye, sosyal geleneklere ve kültüre sahip olmuşlardır. Asırların yaşayış tarzı ve gelenekler nedeni ile Hintliler ve Müslümanlar farklı fikirleri ve kavramlara dayanan farklı geçmişi, tarihi ve kültürü, farklı inançları bulunmaktadır. Bu iki coğrafyada o kadar bir benzeşim bulunmaktadır ki, ilk başlarda çözüm için, aynen Rumların yaptığı gibi, Hindistan Ulusal Kongresi de ayrılığa karşı çıkmış ve yetkili Parlamenter sistemi olan güçlü bir merkezi hükümetli, üniter Birleşik Hindistan çözümünü öne sürmüş ve bunu empoze etmeye çalışmıştır. Son aşamada, Hint yarımadasında yaşamlarını sürdüren Müslümanların lideri Muhammed Ali Cinnah tarafından 1944 yılında ortaya atılan “Hindu-Müslüman sorununu ve farklılıklarını çözmenin tek bir pratik gerçekçi yolu vardır. Bu, Hint yarımadasını Pakistan ve Hindistan olarak iki egemen parçaya bölmektir.” (6) Evet Cinnah’ın da ifade ettiği gibi, ihtilaf bu şekilde çözülmüştür.
Köprülerin altından bu kadar çok sular geçtikten sonra, Hint yarımadasında yaşananlarla Kıbrıs´ta yaşananlar arasında büyük bir benzerlik bulunduğu için çözümü de aynı olabileceğine inanılmaktadır. Bütün bunlardan sonra demem o dur ki, Hindistan ve Pakistan örneğinde görüldüğü gibi, “İki Ayrı Millet Kuramı” içeriğinde KKTC ’nin adının değiştirilerek ‘Kıbrıs Türk Devleti’ adıyla uluslararası camiaya yeni bir ruhla çıkılması çözüm sürecini hızlandırabileceği değerlendirilmektedir.
Dipnotlar
(1) Dursun Murat Düzgün, “Realizm Teorisinin Ortaya Çıkışı ve Gelişme Evreleri”, Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi, Sayı: 47, Sonbahar-2020, s. 256
(2) Euronews, “Cumhurbaşkanı Erdoğan: 20 Temmuz'da Kıbrıs'ta olacağım, tüm dünyaya gerekli mesajları vereceğim”,19/05/2021; https://tr.euronews.com/2021/05/19/cumhurbaskan-erdogan-20-temmuz-da-k-br-s-ta-olacag-m-tum-dunyaya-gerekli-mesajlar-verecegi/Erişim Tarihi 11.07.2021/
(3) Anadolu Ajansı, “KKTC Cumhurbaşkanı Tatar Kıbrıs'ta kalıcı çözüm için 6 maddeden oluşan öneri sundu”, 28.04.2021; https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kktc-cumhurbaskani-tatar-kibrista-kalici-cozum-icin-6-maddeden-olusan-oneri-sundu/2223645/ Erişim Tarihi 11.07.2021/
(4) Deutsche Welle Türkçe, “BM Kıbrıs müzakerelerinden umutlu” 28.06.2017; https://www.dw.com/tr/bm-k%C4%B1br%C4%B1s-m%C3%BCzakerelerinden-umutlu/a-39463842/Erişim Tarihi 11.07.2021/
(5) Erdoğan Özbalıkçı, “Crans-Montana Süreci Papanın Seçim Modeli”, Havadis gazetesi, 22 Haziran 2017; https://www.havadiskibris.com/crans-montana-sureci-papanin-secim-modeli/Erişim Tarihi 07.07.2021/
(6) Ata Atun, “Kıbrıs Sorununa Hindistan-Pakistan Çözümü”, ASAM Dünya Gündemi, 15.03.2021; http://yenidunyagundemi.com/kose-yazilari/kibris-sorununa-hindistan-pakistan-cozumu-1348.html/Erişim Tarihi 07.07.2021/