Batının güdümlü görsel ve yazılı medyası Türkiye’nin seçimlerini 2023’de ‘Yılın Olayı’ olarak göstermesinde acaba bir masumiyet karinesi olarak görülebilir mi? Bu sorunun sorulabilmesi bile masumiyetin ta kendisi olduğunu söyleyelim. Hiç böyle bir şey olabilir mi? Sevgili okurlar. Kuşkusuz demokratik bir seçim olarak bir cennet bahçesi sunmaya çalıştıkları tamamıyla bir algı yaratma operasyonu olduğunu hemen ilk ağızda söyleyebilirim. Oysa seçimlere 100 gün kala kapalı kapılar arkasında planladıklarını yani Türkiye’yi adeta bir ‘günah keçisi’ yapabilmek için ellerinden gelen her bir şeyi artlarına koymadıkları da açıkça malumun ilanıdır. Peki o zaman sormak lazım değil mi? Nerede kaldı, evrensel habercilik kuralları, nerede kaldı medya ilkeleri? Hiç öyle fazla uzağa gitmeye gerek yok. Yaptıkları kasıtlı mıdır? Kuşkunuz olmasın, kasıtlıdır. Takıntılı bir durum mudur? Evet paranoid ve şizonaid bir olgu olarak takıntılıdırlar.
“Çarşı her şeye karşı”, ya da “Çarşı alayına karşı” tekerlemesinden mülhem, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı olmakla da tekleşmemiştir. Yani hedef alınan sadece Erdoğan değil, dozu arttırılmış bir şekilde, doğrudan Türk halkı ve Türkiye karşıtlığına evrilmiş olduğunu da söyleyelim. Evet sevgili okurlar, asil Türk milleti doğrudan hedef tahtasına konulmuştur. Peki bunun belirtileri, emareleri önceden görülmemiş midir? Hiç olmaz olur mu? Örneğin ABD kongresinin her iki kanadı tarafından kabul edilen HS 106 Yasa Tasarısında Türk halkı doğrudan Hitler ile özdeşleştirilmiştir. Soykırım tarif edilirken “Hitler’in Yahudilere, Türk halkının Ermeniler yaptığıdır”, denilerek bütün Türk halkı Hitler ile özdeşleştirilmiştir. Yok ya bu kadar da olmaz demeyin, aynen böyle olmuştur. (1) Efendim Türkiye Cumhuriyeti 1952 yılında NATO’ya kabul edilişinden bu yana ABD ile devamlı hep kriz ve krizler yaşamıştır. Malum Türkiye, askeri ittifak olan NATO’ya 18 Şubat 1952 tarihinde girmiştir. 1951 yılında Kanada’da gerçekleştirilen NATO toplantısı sonucunda Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya davet edilmesine karar verilmiş ve bu karar 1952 yılında NATO tarafından onaylanmıştır. Bana kalırsa Türkiye o tarihten bu yana krizlerle yatan kalkan bir ülke olmuştur. O kadar ki krizler tarihi diyebileceğimiz, çatışmalar sistematiğinde iki ülke 34 kez karşı karşıya gelmiştir. 62 yılda 34 büyük krizle sarsılan Türk-Amerikan ilişkileri yakın gelecekte düzelecek gibi de görünmemektedir. Durum öyle bir hale gelmiştir ki, Batı medyası özellikle Türkiye konusunda muhalif çevrelerin iddia ve söylemlerini sorgulamaksızın kabul etmesi de kronikleşmiştir. Türk Halkı ve Türkiye karşıtlığı da doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden yapılmakta, yapılmaya çalışılmaktadır. ABD ve Avrupa yazılı ve görsel medyası, Türkiye’de seçim tarihi yaklaştıkça Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı skandal kapak ve manşetlerin dozunu artırma hususunda iddialı ve istikrarlı bir tutum sergilediği görülmektedir, bundan sonra dozunu gittikçe artacak bir sergileyebileceği de ayan beyan ortaya çıkmış durumdadır. Son dönemlerde küresel etkisi olan Amerikan “Foreign Policy” dergisi, “The Wall Street Journal” gazetesi, Bloomberg yayın organı, Washington Post gazetesi, İngiliz “The Economist” dergisi, Guardian gazetesi ve son olarak da Alman STERN dergisi eksik, çarpıtılmış ve yalan haberlerle Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alarak, algı mühendisliği, itibarsızlaştırma, kara propaganda ve manipülasyon yapmayı gelenekleştirmiştir adeta. (2)
Şimdi Öncelikle Türkiye’yi doğrudan hedef alan dış saldırılar neden arttığını irdeleyelim. Birincisi belki de en önemlisi, Türkiye Yüzyılı ve tam bağımsız Türkiye hamlesi önemli güç odaklarını rahatsız etmiştir. İkincisi Türkiye savunma sanayiinde dışa bağımlılığı yüzde yirmilere kadar indirmiş ve şampiyonlar ligine yükselmiştir. Üçüncüsü Türkiye dünyada bir başına terörle mücadelede büyük başarılar elde etmiştir. Dördüncüsü Türkiye’nin enerji atılımları başta ABD olmak üzere İngiltere ve AB’yi korkutmuştur. Beşincisi ise Türkiye’nin başta Akdeniz olmak üzere Adalar Denizindeki stratejik hamleleri artmış, hukuk tabanlı kavramsal ve yasal çerçeveyi son derece ehil bir biçimde kullanmaya başlamıştır. Bu kadar hamle yapmış bir ülkeye karşı açıkça ABD tarafından mazarrat çıkarılmaya başlanması da kaçınılmaz olmuştur. Mazarratın birincisi Türkiye’nin RF’na karşı neden ambargo uygulamadığıdır. Oysa Osmanlıdan tevarüs eden bir geleneğimiz özdeyiş mertebesindedir. Ne demiş Osmanlı? “Def-i mazarrat celb-i menfaatten evladır.” Yani "yaşanmakta olan sıkıntıların giderilmesi, çıkar sağlamaktan daha önemlidir" Osmanlı devletini devamı olan Türkiye Cumhuriyeti RF – Ukrayna arasındaki savaşın bitirilmesine, ateşkese, barışa odaklanmıştır. Önce zararı ortadan kaldıracaksın, yok edeceksin ki, güzel işleri inşa edebilesin. Türkiye Cumhuriyeti bunun için bu amaca ulaşmak için var gücüyle çalışmaktadır. Türkiye’ye çıkarılan ikinci mazarrat ise Türkiye’nin terörü bahane göstererek İsveç’in NATO’ya alınmamasına özellikle odaklanmış olmasıdır. Bu durum öyle bir duruma vardırılmıştır ki, Türkiye’nin NATO üyeliğinin tartışmaya açılmasına kadar getirilmiştir. Beyaz Saray eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, Türkiye’nin NATO üyeliği yönünde geliştirilen kampanyalara destek vererek bu tutumun giderek büyümesine katkıda bulunmaya başlamıştır. Türkiye’nin NATO’dan çıkarılma senaryosu 2014 yılında FETÖ’nün “silahlı terör örgütü” olarak tanımlanmasının ardından bir çığ gibi büyümeye başlamıştır. Yurt dışında başlayan Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması kampanyasının miladı FETÖ’nün başarısızlığı ile eşzamanlı olmasıdır. Cihat Yaycı’nın da altını çizerek ifade ettiği gibi Barış Pınarı Harekatı’nda da kampanya yapılmış, sonrasında hukuken Türkiye’nin NATO’dan nasıl çıkarılabileceği gündeme getirilmiştir. Yunanistan’ın haksızlık ve hukuksuzluklarına Türkiye’nin tepkisi nedeniyle Türkiye’nin NATO’dan çıkarılması ve ardından da İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı çıkması nedeniyle, Türkiye’nin NATO üyeliğinin askıya alınması gerektiği savunulmaya başlanılmıştır. Yine Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerini hiç bozmamasından dolayı Türkiye-NATO ilişkisi gündeme getirilmiş, son olarak, Türkiye’ye açıkça meydan okuyarak, Rockefeller Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı, eski Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı ve ABD Avrupa Kuvvetleri Komutanı Yunan asıllı James George Stavridis, ‘Türkiye NATO’yu, -Türkiye mi, İsveç-Finlandiya mı- tercihi arasında bırakmasın’ demiştir.” (3) Bunun anlamı açıktır. Biz batı dünyası olarak bu durumla karşılaşırsak, kuşkusuz öncelikle İsveç ve Finlandiya’nın yanında yer alırız, demek istemektedir. Unutmadan söyleyelim, Türkiye NATO’dan çıkarıldığı an Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve İsrail’i NATO’ya alınacaktır. Çünkü Türkiye vetosu nedeniyle GKRY ve İsrail’in NATO’ya giremediğini unutmayalım.
Şimdi düşünebiliyor musunuz 1,5 milyarlık İslam dünyasını ayağa kaldıran Kur’an Yakma eylemini ortaya koyan Rasmus Paludan, İsveç’ten sonra Danimarka’da da eylemlerine devam edecek, Türkiye de paşa paşa İsveç’in NATO’ ya kabulünü onaylayacak. Bu nasıl bir izandır, anlamak mümkün değildir. İsveç yönetimi pişkin pişkin sadece Üçlü Ahitname’deki taahhütlere bağlı olunduğunu söylemekle yetinecek, terör bağlamında Türkiye’ye karşı yapılanlara herhangi bir şekilde karşı eylem koyamayacak, Türkiye dışında, herkes “buyrun döşeğe, buyrun köşeye”. Barış Manço’nun dediği gibi, “dayatanlar baş köşeye, ötekiler ömür boyu taş döşeğe” O zaman buyurun dostlar(!). Oysa yapılması gereken, Üçlü Ahitname’deki taahhütlerin behemehâl yerine getirilmesidir. İsveç’in, yapması gereken, Üçlü Ahitname’deki taahhütleri uyarınca özellikle terörizmle mücadele alanında söylemin ötesinde, somut ve etkili adımlar atmasını içeren bir eylemler dizinin ortaya koyabilme erkini göstermesidir.
Evet sevgili okurlar, ABD NATO ortağı Türkiye’yi hemen her zeminde örselemeyi birincil hedef olarak ortaya koymuştur. Birinci örseleme NATO çatısı altında devam ederken, ikinci örselemeye çalıştığı yer de Suriye’dir. Apocu çizgiyi takip eden ancak ABD’nin silah ve teknik yardımlarıyla etki üreten Suriye PeKaKası ABD ile ortaklığı PKK’nin ‘terör örgütleri’ listesindeki yerini sorgulatan bir psikolojik etki yaratması gerekirken durum tamamıyla farklı zeminlerde ele alınmaktadır. Açıklaması zor bir durum ama, Amerikan varlığı bölgedeki petrol sahalarının kontrolü ve Irak tarafına transferinde de oldukça işlevsel olduğunu söylemekte yarar var. ABD o kadar fütursuz hareket ve söylem geliştirmiştir ki, açıkça Türkiye’nin ‘Suriye PeKaKası’na yönelik operasyonlarını da NATO’nun müttefiklerine yapılmış operasyon gibi kabul etme eğiliminde olduğunu hemen her zeminde dillendirmektedir. Uzun lafın kısası, büyük bağımsız Türkiye ne AB ne de NATO tarafından istenilmemektedir. Birleşmiş, bütünleşik Türkiye yerine küçültülmüş, ufalanmış, ezilmiş bir Türkiye şiddetle arzu edilmektedir. Yugoslavya benzeri, Türkiye’nin parçalanması istenilmektedir. Güneydoğusunda Dört Parçada Kürdistan, doğusunda Ermenistan’a toprak, kuzeyinde Pontus Rum Devleti, İstanbul’da ise Vatikan benzeri özerk bir Ekümenik Patrik Devleti oluşturulduktan sonra Türkiye’nin tekrardan küçültülmüş bir biçimde AB’ye ve NATO’ya alınması düşlenmektedir, sevgili okurlar.
Dipnotlar:
(1) Esat Arslan, “24 Nisan’a Doğru ABD’nin Ermeni Soykırım Dayatması”, Son Manşet, http://www.sonmanset.com/makale-24-nisan-a-dogru-abd-nin-ermeni-soykirim-dayatmasi-12167.html/Erişim Tarihi 29.01.2023/
(2) Zafer Meşe, “Batı Medyasının Patolojik Erdoğan Düşmanlığı”, Sabah gazetesi, 28 Ocak 2023; https://www.setav.org/bati-medyasinin-patolojik-erdogan-dusmanligi/ Erişim Tarihi 29.01.2023/
(3)Faruk Arslan, “Mesele sadece İsveç-Finlandiya değil! Yaycı Paşa: İsrail ve Kıbrıs'ı NATO'ya alırlarsa...” Haber7, 24.01.2023; https://www.haber7.com/dunya/haber/3296426-mesele-sadece-isvec-finlandiya-degil-yayci-pasa-israil-ve-kibrisi-natoya-alirlarsa/ Erişim Tarihi 29.01.2023/
Telefon: 0532 268 05 48
E-Mail: info@kilithaber.com