MİT’in Başarıları Devam Ediyor

Kayıt Tarihi: 14 May 2023 Yazar: Prof. Dr. Esat Arslan

Geçen haftaki “MİT’in DAİŞ Operasyonu’nun Anatomisi” başlıklı makalemizde sahanın önemini ve öncelliğini ortaya koymaya çalışmıştık. Gerçekten de yasa dışı üst düzey örgüt elemanlarının hem de kendilerince güvenli gördükleri kendi mahallerinde etkisizleştirmesinde oldukça mahir MİT’in 29 Nisan 2023 tarihinde Afrin-Cinderes’te yapmış olduğu operasyonun anatomik yapısını enine boyuna irdelemiştik. Sahadan, gazeteciliğin en iyi okulu alandan sizlere imbiklenmiş bilgiler sunmaya gayret etmiştik. Anımsadınız. MİT’in DAİŞ’e karşı icra etmiş olduğu operasyon öylesine ince elenip sık dokunan ve de her türlü olasılığa hazırlıklı, hiçbirini göz ardı etmeyen operasyonlar dizisiydi ki, zaten bir anda dünya kamuoyunun gündemine oturmasından da belli olmuştu. Gerçekten de onlar bize gurur tablosu sunmuşlardı. Bir kez daha onlarla iftihar etmiştik. Çünkü onlar, bölgedeki diğerleri gibi devşirme değil, Türk milletinin içinden çıkmış çocuklarıydılar. İşte tam böyle bir konjonktürde istihbarat faaliyetlerinin tek sorumlu anayasal kuruluşu MİT’in böylesine bir durumda devreye girmiş olmasının öneminden bahsetmiştik. Yoksa ekranlarda hemen her konuda ahkâm kesenlerden önde gelen birinin söylediği gibi:

"MİT’in asıl işi bilgi toplamak. MİT’in yaptığı işi başkası da yapar. Adı Millî İstihbarat Teşkilâtı olan bu şekilde konumlandırılan yapı istihbarat toplar. Bilgileri gerekli kurumlara aktarmakla yetkili olduğunu düşünüyorum. Görev yetkileri genişletilmiştir. Adı istihbarat olan yapı casusluk ile uğraşır. Operasyon yapamaz" demek (1), yapay gündemler ve bir gerçekliğe tekabül etmeyen konularla zaman geçirmek, abesle iştigal etmek demektir.

Evet sevgili okurlar, bu hafta da bu konunun okyanusların öte yakasında ve dünyada yansımalarını ortaya koymaya çalışacağız. MİT’in son zamanlarda yapmış olduğu operasyonların dünya kamuoyunun gündeminde ajandanın en üst seviyelerini işgal etmeye başladığını ifade etmeyi bile zul addediyorum. Anayasal bir kuruluş olarak MİT görev tanımında belirtilen görevlerini icra etmiş ve etmektedir. Bu konu Misak-ı Milli sınırları içerisinde değerlendirilmeye kalkışılsa, övgü dolu sözler Türk medyasında ne bileyim, işte o kadar ucundan acık bir yansıma yapardı. Doğrusu, bu tür haberin birinci sayfada çıkacağından bile o kadar emin değildim. Ancak ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffery tarafından: "Türk İstihbaratı iyi iş çıkardı" olarak dillendirilmesi ‘Sezar’ın Hakkı’ betimlemesi kadar yazılı basında bir kıpırdanma yaratmıştır. (2) ‘Etki Odaklı Harekat Konsepti’ne göre icra edilen operasyon durur mu, tabii ki durmaz, birileri bölgede etki üretmeye devam ederse nokta operasyonları da devam eder. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır. Son olarak etki üretmeye devam eden PeKaKa/YPG’nin sözde Hol eyaleti genel sorumlusu Haydar Demirel Suriye Tel Hamis'te alay sorumlusu ve tabur sorumlusu ile birlikte, örgüt mensuplarına askeri eğitim verirken etkisiz hale getirilmiştir. Kuşkusuz son yıllarda MİT tarafından Suriye ve Irak kuzeyinde "PeKaKa/KCK/YPG” Yönetim Kadrolarına yönelik gerçekleştirilen üst düzey nokta operasyon kapsamında 82 sözde örgüt yöneticisi etkisiz hale getirilmiştir. Sadece 2022 yılının ilk 10 ayında 23 terörist üst düzey yönetici bertaraf edilmiştir. MİT'in 2018'den bu yana PeKaKa/KCK-YPG'nin yönetim kadrosuna yönelik gerçekleştirdiği operasyonlarda etkisiz hale getirdiği teröristlerin sayısı yüzü geçerken, teşkilatın başarılı bu operasyonları da bütün dünyada konuşulur hale gelmiştir. (3)

Yeri gelmişken şu hususu da anımsamakta yarar var. PeKaKa'nın Suriye’deki uzantısı Halk Savunma Birlikleri [YPG]'nin adı 2015'te ABD ordusu tarafından Suriye Demokratik Güçleri, kısaca SDG olarak değiştirilmişti. Dikkat buyurun bu değiştirme işlemi ABD tarafından değil, ABD silahlı Kuvvetleri tarafından olmuştur. Siz de fark ettiniz, bu durum, SDG'nin ABD'nin terör listesinde yer alan PeKaKa'yla bağlantılarını önemsiz göstermeye yönelik yüzeysel bir çaba olduğunu da bir kez daha anımsayalım.  “Tüfek çatılacak! Çat!” komutu gibi “Ad değiştirilecek” “Değiştir” demekle varlık değişmiyor, değiştirilemiyor. Türkiye işte bu nedenle Washington'ın çağrılarına kulak asmıyor. Türkiye 2018'de Suriye'nin Afrin kentinde SDG'ye karşı başlattıkları harekattan önce de aynı sözleri duymuş, tavrını değiştirmeden operasyonunu tamamlamıştı. Cılız da olsa Washington, Türkiye'nin Suriye'ye, özellikle de ABD güçleri ve SDG'nin DAİŞ'a karşı operasyon yürüttüğü kuzeydoğuya yönelik yeni bir harekatının, bu terör örgütüyle mücadeleyi ve özellikle de SDG'nin binlerce DAİŞ mahkumunu ve aile üyelerini korumada oynadığı kritik rolü baltalayacağından korkusu nedeniyle Türkiye'ye bölgeye yönelik operasyon düzenlememesi için her zamankinden daha güçlü şekilde baskı yapmaktadır. (4) Tabii ki, Türkiye, Ankara merkezli almış olduğu kararları uygulamaktadır. Bir NATO Projesi olan Barış İçin Ortaklık (PfP) kapsamında kuzeydoğu sınırının 130 kilometrelik bölümünde Suriye'nin yaklaşık 32 (20 mil) kilometre içinde bir güvenli bölge inşa edilmiştir. YPG güçlerini de güvenli bölgeden çıkarmıştır.

Bütün bunlardan sonra cevaplandırılması gereken bir başka soru, bu kadar üst düzey elemanını yitiren ABD desteğindeki Suriye PeKaKa’sının Suriye’de tutunabilip, tutunamayacağı meselesidir. Doğaldır ki, bu soru da ABD'nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffery’e mukayeseli bir biçimde sorulmuştur. "Afganistan'dan çekilen ABD'nin Suriye'den de çekilmesi mümkün mü?" sorusuna Jeffrey de düşünmeden "Kesinlikle hayır" cevabını vermiştir.

Afganistan’daki ricattan, bozgundan sonra Washington yönetimi ve hükümete yakın düşünce kuruluşları, aylardır ABD’nin Afganistan’dan rezilâne bir şekilde çekilmesi konusunda birtakım haklılık gerekçeleri bulmaya çalıştıklarını, Jeffrey de biliyordu. Her zaman olduğu gibi, ABD kendi başlattığı ve NATO’yu yüzüstü bırakarak bölgeden adeta kaçarak kurtulmayı yeğlemiştir. İlginç olan, harekât sırasında ABD ve NATO yanında yer alan insanlara, ülkemizdeki Afgan sığınmacılara yine Türkiye sahip çıkmıştır. Aralarına girin, göreceksiniz ki hemen hepsi mazlum gençlerdir. ABD’ye inanmak, hele peşinde gitmek bir nevi çılgınlıktır, deliliktir. Bunu ben söylemiyorum, kendileri ifade ediyorlar.    

Jeffrey’in düşünmeden “kesinlikle hayır” yanıtı adeta Afganistan’dan bozguna, hezimete uğramış bir biçimde çekilen ABD Silahlı Kuvvetlerinin itibarının iade edilmesinin bir yansıması olarak görülmelidir. Bu işin uzmanları gerçekten de bu duruma bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Şöyle bir hafızanızı yoklayın, anımsayın ABD’nin Afganistan’dan çekilişini, hani askerî uçağın içine giremeyip, uçağın tekerleklerine tutunanların yere düşmesinden bahsediyorum, anımsadınız sanırım. Şimdi ABD Savunma Bakanlığının sözcüleri tarafından çeşitli platformlarda “ABD’nin öncülük ettiği Afganistan’daki uluslararası NATO komisyonu görevini tamamladı, biz de o yüzden çekildik”, argümanı sürekli olarak bir kurtuluşvari bir biçimde bu yüzden dillendirilmektedir. Oysa Amerikalıların dış politikadaki birçok kamburunun yanında Afganistan kamburu tam bir hezimettir, bozgundur, ricattır. Zaten Jeffery de bu durumu açık bir biçimde teyit etmektedir:

"Afganistan'daki durum Suriye'deki gibi değil. ABD'nin öncülük ettiği Afganistan'daki uluslararası NATO komisyonu görevini yerine getirdi. Bu nedenle de çekilme kaçınılmazdı. Sonra Taliban yönetimi ele aldı. Türkiye burada çok önemli bir rol oynadı. Suriye'de yer alan küçük Amerikan varlığı da hedeflerine başarılı şekilde ulaştı. Söz konusu hedefler resmi olarak DAİŞ'e karşı savaşmaktı. Türk ordusu DAİŞ'e karşı direkt olarak savaştı. İnanılmaz bir performans gösterdi. Esas mesele Suriye hükümeti, İran ve Rusya'ya olabildiğince az toprak bırakmaktı. Müttefikimiz Türkiye gibi diğer ülkelere de tehdit oluşturmalarından endişe duyduk. BİDEN HÜKÜMETİ ABD ASKERİNİ BÖLGEDEN ÇEKMEYECEKTİR" ifadelerini kullanmıştır.

Evet, sevgili okurlar,  halen Wilson Center'ın Ortadoğu masasının başında olan emekli diplomat James Jeffery aslında yeni bir şey söylememiş, bilineni tekrardan ikrar etmiştir. Ciddi bir şekilde bir kez daha BİDEN HÜKÜMETİNİN ABD ASKERİNİ BÖLGEDEN ÇEKMEYECEĞİNİ vurgulamıştır. Biden Hükümeti’nin hem Suriye’den hem de Irak’tan ABD askerinin çekmeyeceği değil, çekemeyeceği bir gerçektir.  Oysa bu karar kendi döneminde bizzat Başkan Trump tarafından alınmıştır. İkinci önemli nokta ise, Türk ordusunun DAİŞ'e karşı direkt olarak savaştığının ve inanılmaz bir performans göstermiş olduğunu da tekrardan teyit etmesidir.

ABD’nin tüm dünya kamuoyunu aldattığı ve yerküre üzerine silahlı kuvvetlerini tespih tanesi gibi dağıtmasının temellendirilmesi “Küresel Teröre Karşı Savaş” (KTKS) öğretisinden ileri gelmektedir. Malum, 11 Eylül 2001 tarihindeki terör saldırıları, ABD ve dünya için dönüm noktası olarak kabul görmüş ve ABD ‘yi mazlum bir devlet konumuna yükseltmiştir. Hatırlayacaksınız, tarihte ilk kez bir terör saldırısı, binlerce sivilin ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur, hem de Soğuk Savaş galibi ABD’nin New York ve Washington gibi iki büyük şehrinde vuku bulan saldırılarla. Bu durum ABD’nin haklı bir gerekçeyle elinin yükseltmesine neden olmuştur. İnsan sormadan edemiyor, bu durum ABD’yi bir müdahaleci konumuna yükseltir mi, ya da yükseltmeli midir? Doğrudur, yapılan saldırılar bir terör saldırısıdır, bu durum yadsınamayacak bir biçimde gerçektir. Ancak burada irdelenmesi gereken soru, bu saldırıların hangi terör örgütünün eseri olduğudur? ABD öyle bir durumda ortaya çıkmıştır ki, adeta arkasından hançerlenmiş gibi, kendisini hissetmiştir. Bir de beklemediği bir zamanda yetiştirdiği adamlar tarafından tam da kalbinden vurulmuştur. O tarihte ABD Kongre Kütüphanesinde çalıştığımdan, ABD’nin hazırlıksızlığını bire bir gördüm. Arşiv çalışmalarım sırasında öğle aralarında bu konuyu uzmanlarıyla tartıştığımı dün gibi anımsıyorum. Terör ABD’nin besleyip “Yeşil Kuşak Kuramı”yla Afganistan’daki Rus silahlı kuvvetlerine karşı kullandığı 11 Eylül saldırılarının faili El Kaide terör örgütü bumerang gibi ABD’yi vurmuştur. ABD kendi silahı ile vurulmuştur. Saldırıdan bir gün sonra, ABD terörle mücadeleyi uluslararasılaştırma bağlamında tüm devletleri, teröre karşı işbirliğine ve mücadele etmeye davet etmiştir. Oysa ‘Terör Frenkeştayn’ını yaratan ABD’nin bizzat kendisidir. Bir hafta sonra da yani 20 Eylül 2002 tarihinde, G.W. Bush yapmış olduğu konuşmasında, “Küresel Teröre Karşı Savaş” kısaca KTKS öğretisinin çerçevesini çizmiştir. NATO’nun beşinci maddesini çalıştıran kurulduğu günden beri ABD’nin isteği doğrultusunda fazlasıyla müdahaleci ve sınırları muğlâk bir doktrin olan KTKS, BM-NATO ortak şemsiyesini örgütlendirilmesine de olanak sağlamıştır.  Bir başka deyişle ilkeleri, dayanakları, gerekçeleri belirlenmeden, olupbittiye getirilerek kervan yolda dizilmiş, istim ancak 11 Eylül terör saldırılarından bir yıl sonra gelmiştir. Gerçekten de BM-NATO ortak şemsiyesi altında bir araya gelen kırk ülke, ABD önderliğinde Afganistan’a 11 Eylül saldırılarından 26 gün sonra 7 Ekim 2001 tarihinde, askeri müdahale bulunmuştur. Afganistan’da yapılanı daha sonra yapılanları doktriner bir yaklaşımla kısaca özetlemekte yarar var. ABD’nın kendi egemenliğini Ortadoğu’da güçlü kılmak için desteklediği ve bir stüdyo projesi olarak yarattığı bir örgütün, verilen görevleri ABD yararına icra ettikten sonra, değişen koşullar içerisinde DAİŞ olarak kendisine saldırması, bunun sonucunda da ABD’nin Ortadoğu’ya yerleşmesi, nasıl ki Ladin gibi liderlerin eğitilip desteklenmesi süreci gerçekleşmişse, bu süreçte ABD’nin egemenliğini pekiştirmeye yarayan bir olgu olarak değerlendirilmelidir.

Evet sevgili okurlar KTKS doktrinin çerçevesini çizen Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS) biraz da dünya kamuoyunu müdahale açısından tatmin etmek için Afganistan müdahalesinden bir yıl sonra açıklanmıştır. İlgili belgede, ABD’nin ayrıca NATO ülkelerine de enjekte edilen yeni güvenlik stratejisi sekiz ilkede aşağıdaki biçimde açıklanmıştır: (5)

1) İnsan onurunu öne çıkarmak,

2) Teröre karşı ittifak kurmak,

3) İşbirliği yolu ile bölgesel sorunları çözmek,

4) Kitle imha silahlarına sahip ‘Şer Ekseni’ ülkeleri engellemek,

5) Serbest piyasa ve ticareti teşvik etmek,

6) Gelişmeye kapalı toplumları elverişli hale getirmek, bu toplumlarda demokrasi altyapısını geliştirmek,

7) Küresel güç merkezleri ile işbirliğine gitmek

8) Ulusal güvenlik ağını yenilemek.  

Son derece masumane bir biçimde Bush yönetiminde yer alan “Condoleeza Rice, Paul Wolfowitz, Richard Perle, Richard Cheney ve Donald Rumsfeld” gibi “Yeni Muhafazakârlar” (NEOCON)’ın ateşli isimleri tarafından doktrinleştirilen KTKS birçok kuşkuları da beraberinde getirmiştir.  Hele 2002 yılı içinde ilan edilen Ulusal Güvenlik Stratejisi (UGS) belgesi ile “Önleyici ve Ön Alıcı Saldırı (Preventive & Preemptive Strikes) ilkeleri ABD’ye sınırsız bir harekât alanı sağlamıştır. 2002 UGS belgesinde sınırları çizilen KTKS doktrini fazlasıyla ihtiraslı ve ABD egemenliğini hedefleyen bir doktrin olmuştur.

Evet sevgili okurlar, görüldüğü gibi “Küresel Teröre Karşı Savaş” (KTKS) öğretisi masum sözcüklerle ifade edilmiştir. Oysa KTKS, ABD’ye kendi ulusal hedefleri doğrultusunda fazlasıyla müdahale etmeyi kolaylaştıran ve hudut tanımayan sınırları muğlâk bir doktrin olduğu açıkça görülmektedir. Yadsınamaz bir gerçektir ki, küreselleşme olgusunun terörü de küreselleştirdiği gerçeği görmezden gelinemeyecek ölçüde yeni dünyanın bir realitesidir. Küreselleşmenin nimetleri sayesinde daha kolay ulaşım ve iletişim olanaklarına sahip terör örgütleri yayılmacı devletler özellikle ABD ve Fransa tarafından birer aktör olarak görülmeye başlamış, hedef ülkelere karşı kullanmayı da yüksek boyutlara taşımışlardır. Bu açılımın doğal bir sonucu olarak, terörün küreselleşme ile birlikte farklı boyut alması, uluslararası alanda devletleri tehdit eden bir olgu haline getirilmesinde ABD’nin katkısı her zamankinden fazla olmuştur. Ayrıca küresel teröre karşı mücadelede bölgede bir öteki yaratılması ABD’nin egemenliğini sağlamlaştıran bir araç olarak yoğun bir biçimde kullanılmaktadır. Bu açılım zorunlu olarak özgür ve gelişmekte olan ülke kaynaklarının bu alanlara aktarılmasını zorunlu hale getirmiştir. MİT’in hem DAİŞ’e hem de Suriye PeKaKasına karşı büyük başarısı bu bakımdan dünyada büyük ilgi görmüş ve anlamlaştırılmıştır. Mustafa Denizli’nin o ünlü deyimiyle “İçimizdeki İrlandalılar” MİT’in operasyon yapmasına bu yüzden karşı çıkmaktadırlar, bilmem anlatabildim mi?  Sevgili Okurlar.

 

Dipnotlar

(1) https://www.yenisafak.com/gundem/ersan-sen-mit-operasyon-yapamaz-3745328/Erişim Tarihi 13.04.2023/

(2)  Yeni Birlik Dünya Gündemi, “Türk İstihbaratı Büyük Bir İş Çıkardı”, Yeni Birlik Gazetesi, 12 Mayıs 2023, s.13

(3) https://www.ahaber.com.tr/gundem/2023/05/13/son-dakika-mitten-suriyeye-nokta-operasyonu-sozde-hol-eyaleti-genel-sorumlusu-haydar-demirel-etkisiz-hale-getirildi?paging=2/ Erişim Tarihi 13.04.2023/

(4) https://turkish.aawsat.com/home/article/4041541/abdnin-eski-suriye-%C3%B6zel-temsilcisi-james-jeffrey-kaleme-ald%C4%B1-abd-suriye/Erişim Tarihi 13.04.2023/

(5) Murat Toman, Halil Akman, “Küresel Teröre Karşı Savaş Doktrinin Oluşumu ve Ortadoğuya Yansımaları” Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 35; www.sosyalarastirmalar.com, ISSN: 1307-9581, ss.297-298

Daha iyi bir kullanıcı deneyimi için tanımlama bilgileri kullanır. İzin verir misiniz?

Telefon: 0532 268 05 48

E-Mail: info@kilithaber.com